Yavuz Bülent Bakiler’in ilk kez yayınlanan söyleşisi
Eski tüfekler birer birer ayrılıyor aramızdan. Mehmet Niyazi, Kadir Mısıroğlu, Yavuz Bahadıroğlu derken şair ve yazar Yavuz Bülent Bakiler de 28 Eylül 2025 günü ayrıldı aramızdan.
20 yıldır dosttuk, dostluğunu her daim hissettiren nadir insanlardandı. Birkaç televizyon programıma katıldı, bazı toplantılara beraber katıldık, dergimde yazdı, uzun mu uzun telefon konuşmalarımız oldu.
İroniyi severdi rahmetli. Hatta diyebilirim ki ironinin şahını hem de ayaküstü patlatırdı. Hiç anlamazdınız. Tıpkı benim anlamadığım gibi.
Son uzun telefon görüşmemizdi. Vefatından altı-yedi ay kadar önceydi. Kapatırken,
- “Görüşelim Yavuz Ağabey” dedim. Dedi ki:
- “Beni hemen arama. Şöyle beş ay, on ay, hatta yirmi, otuz ay sonra ara!”
- “Yavuz Ağabey” dedim, “Niye yirmi, otuz ay sonra arayayım?”
- “Yok, yok” dedi, “Sen hemen arama, epey zaman sonra ara!”
Kapattım cep telefonumu ve düşünmeye başladım. Hastaydı, unutkanlık başlamıştı gerçi ama bana laf sokuyor, derdini tersinden anlatıyordu. Aslında kendisini sık sık aramayışıma sitem ediyor, ezcümle ‘beni sık sık ara’ demek istiyordu ama böyle demiyor gibi diyordu.
Ah Yavuz Ağabey, kabrin nur, mekânın cennet olsun.
İçi, dışı bir insandı ki bu neviden insanların nesli tükenmek üzeredir.
Bunlar vefatından duyduğumuz hisler. Ama bu yazı size Yavuz Ağabey'den farklı ve yeni bir şeyler fısıldamak için kaleme alındı ey okur. Kendisiyle 2010 yılında yaptırdığım ama tamamı hiçbir yerde yayınlanmamış bir söyleşiye davet ediyorum sizi.
Derdim Türkçe ezan uygulaması ve İstanbul’un fethinin 500. yıl kutlamalarına dair hatıra ve görüşlerini almaktı. Söyleşinin ilk kısmının özeti Türkçe Ezan ve Menderes adlı kitabımda neşrolundu (İşaret Yayınları’ndan çıkan 8. baskı, 2023, s. 207-208). Geniş hali ve ikinci kısmını ilk kez burada okuyacaksınız.
Buyurun okumaya.
*
“1950 yılında ezanın tekrar Arapça okunmaya başladığı zaman halkın devlet adamlarının hissiyatı nasıldı? Hatıralarınızı bizimle paylaşabilir misiniz?
Maalesef Türkiye’de laikliği İslam düşmanlığı olarak algılayan insanlar var. Bunlar ezanı Arapçadan Türkçeye çevirdiler. Bu uygulama halkımızda bir büyük rahatsızlık meydana getirdi.
1950 yılında Demokrat Parti iktidara geldiği zaman CHP’nin de tasvibi ve desteği ile ezan Arapça aslî dili ile okutulmaya başlandı. 1932’de getirilen yasak öncesinde ezan bütün İslam dünyasında okunduğu şekliyle okunuyordu.
Ben şahsen ezanın aslı neyse o şekilde okunmasını isterim. Çünkü İngiltere’ye, Fransa’ya veya bir Arap ülkesine gittiğim zaman ezan okununca okunanın ezan olduğunu anlayabilirim.
27 Mayıs 1960 darbesini yapan subaylardan bazıları ezan Arapça okunmaya başladıktan sonra biz hükümet darbesi yapmaya karar verdik diye bir beyanatta bulundular.
Şunu söylemek istiyorum: Bunlar Türkiye’de İslam’a düşman olan kimselerin meydana getirmiş olduğu bir takım yanlış davranışlardır.
Ezanın aslına çevrildiği 1950 Haziran'ında 14 yaşındaydınız. Öğrendiğimize göre ezan-ı Muhammedî büyük bir sevinçle karşılanmış.
Doğrudur, her yerde büyük bir sevinçle karşılandı.
Sizin şahit olduğunuz benzer hadiseler oldu mu?
Hayır, hayır… (‘Hatıram yok’ manasında- MA.) Ben yalnız ezanın Türkçe okunduğu zamanları biliyorum. İlkokulda öğrenciydim. 1950 yılında ezan Arapça okunmaya başladığı zaman ortaokulun son sınıfındaydım. Bütün Türkiye’de çok büyük bir memnuniyetle karşılandığını biliyorum. Bizim müezzinlerimize smokin giydirmeyi, sokakta onlar öyle dolaştırmayı bile düşünmüşlerdi. Bunların hiçbirisi tutmadı ve bildiğiniz gibi ezan aslî dilinde okunmaya başlandı.
1953 yılında İstanbul’un fethinin 500. yıl kutlamalarını hatırlıyorsunuzdur. Kutlamalara insanların tepkisi ya da desteği ne oldu? Kutlamaları cumhuriyete ihanet olarak görenler oldu mu?
Şimdi de böyle düşünen gafil insanlar var. Bunlar bizim tarihimizden korkan bedbahtlardır. Bizim tarihimizden korkan avanak ve ahmak insanlardır.
Biz dünyanın en büyük imparatorluklarını kurmuş bir millete mensubuz. Bu bizim bir iftihar vesilemizdir. Bunu her zaman, her yerde çok büyük bir açıklıkla söyleriz.
Osmanlı sadece kılıç kuvveti ile değil, kurmuş olduğu adalet sistemi ile de dünyanın en büyük devletlerinden biri olmuştur. Niye biz şimdi Osmanlı'ya menfi bir tavır takınalım? Cumhuriyet ne kadar bizimse Osmanlı da o kadar bizimdir. Başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Cumhuriyetimizi kuran paşaların hepsi, Osmanlı'nın yetiştirmiş olduğu paşalardır.
Bizde bir söz var: ‘Kestane kabuğundan çıkmış kabuğunu beğenmemiş.’ Birtakım insanlar, hem Osmanlı'nın kurmuş olduğu sistemle ortaya çıktılar, devleti kurdular, hem de Osmanlı'nın aleyhinde konuşmaya başladılar. Ben ne kadar Cumhuriyet'e taraftarsam aynı ölçüler içerisinde Osmanlı'ya taraftarım, Selçuklu'ya taraftarım, Hun İmparatorluğu'na taraftarım.
500. yıl kutlamaları başladığında siz bir lise öğrencisi olarak neler hissettiniz?
500. yıl dönümü kutlamaları başladığında birtakım tarih şuurundan mahrum zavallı insanlar, ahmak insanlar, beyinsiz insanlar ‘Aman bu 500. yıl dönümünü kutlamayalım çünkü Yunanistan’ı kızdırırız, bize gücenirler’ safsatasıyla hareket ettiler. Devrin iktidarı da bunun tesiri altında kaldı.
Böylece fethin 500. yıl dönümü büyük merasimlerle kutlanmadı, sadece bazı surları filan badana ettirdiler, tamir ettirdiler, o kadarla kaldı. Edebiyatımızda fetih şiirleri yazıldı, mehter takımı marşlarla İstanbul’u ayaklandırdı ama Yunanistan’ı gücendirmemek için ciddi tarzda bir kutlama merasimi olmadı.
Şunu bilelim ki bu tavizci tutumla Yunanlıların ‘Megalo idea’sı içinde olan Anadolu’yu yeniden fethetmek, Ayasofya’yı kilise yapmak isteyen Yunanistan’ın bize bakış tarzını değiştiremeyiz.”
*
Yavuz Ağabey'in çığlığı toprağın altındayken bile ne kadar net geliyor, değil mi?