En sonda söylenecek olanı başta söyleyelim. Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça.
Bir haftadır neresinden tutsam da yorum yapsam diyorum ama neresinden tutarsam tutayım elimde kalıyor.
Daha şöyle yukarıdan bakınca “Yahu, bunun neresi otel?” diyorsun. Eskiden köylerde büyük ve yüksek ahşap samanlıklar olurdu, bir tarafı kotta olur, oradan aşağıya saman tepilirdi, dışardan bakınca onları andırıyor. Veya o kadar yüksek olmasa dev bir hangar diyeceksin…
Yapılış tarihine bakıyorum, o kadar da eski değil. Eski olan 1978’de inşa edilen Kartal Otel, Grand Kartal 1998’de inşa edilmiş. Yani turizm çoktan patlamış. Talep o kadar fazla ki ikinci olarak inşa edilmiş. Arada 20 yıllık bir tecrübe de var.
26 yıllık otelin yangın merdiveninin nizami olmadığı (aslında yangın sırasında bacaya dönüşen bir çıkış yolunu bize yangın merdiveni diye göstermeleri de ayrı bir rezalet) şimdi mi anlaşılıyor? Bunu 26 yılda hiçbir denetimci görmemiş mi? Bu otelin yangın sistemleri 25 yıldır düzgünmüş de 26. yılda mı sökülüp çıkarılmış? Tamam, sorumluluk en son denetleyendedir ama görülüyor ki ihmal bizde istisna değil kaidedir.
Yahu “yangın anında camı kırın” diye bildiğimiz en basit alarm sistemi de mi yok? Bu sistemler binanın elektriğine bağımlı değildir. Elektrik olmasa bile çalışır. Yangın başladığı anda sadece bir düğmeye basılacak ve bütün otel ayağa kalkacak. Ama ben biliyorum, yangın başlayınca mutfak amiri, “Durun, ortalığı velveleye vermeyin, millet uyuyor, şimdi söndürürüz biz” demiştir. Oysa yanlış alarm bile çalınsa en fazla bir yarım saat karışıklık olur, insanlar da biraz rahatsız olurdu, o kadar… Ya şimdi ne oldu?
Yaygın kullanılan bir metafordur; “bir zincir ancak en zayıf halkası kadar güçlüdür” Yangın alarmı bile olmayan bir otelin başka hangi eksikliklerini saymak gerekir ki?
Her şey varmış ama çalışmamış…
Tam bir “teftiş fırçası” olayı.
Bilirsiniz, Cumhuriyetin ilk yıllarında askere alınan gençlere diş fırçası kullanmayı alışkanlık edinsinler diye sırt çantalarında bir fırça ve macun taşımaları zorunlu kılınmış. Ama disiplinin ağır olduğu her yerde olduğu gibi bu iyi niyetin de içi boşaltılmış ve fırça sadece teftiş anında gösterilmesi zorunlu bir eşya haline gelmiş. Komutan bir teftişte askere “Bunlar nedir?” diye sorduğunda asker de “Teftiş fırçası ve macunu komutanım" demiş.
Demek istediğim sorumlu arıyorsak herhalde bu son teftişi yapan veya yapmayandan başlamamalı. 26 yıldır teftiş fırçası gösteren herkes sorumlu olmalı.
Lafı uzatmaya gerek yok. O otelin başka pek çok şeyi gibi yangın koruma sistemi de eksik. Peki, neden yapılmıyor?
Çok basit. “MASRAF OLACAK”
İşte asıl sorumluluk burada
Yani KÂR HIRSININ artık bu kadar vahşisi.
Oysa otel gecede 9-10 milyon lira kazanıyor ve bir gecelik hasılatın yarısı bile oteli güvenli bir yer haline getirmeye yeter.
İşine saygısı olmayan, işyerine yatırım yapmayan girişimci kapitalist falan değildir, hayduttur. Böyle bir kâr hırsının, bir yerde polis yoksa orayı soyarım diyen hırsızdan farkı yoktur.
Kuşkusuz bir otelin müşterisi, otelin güvenliğinden sorumlu değildir. Nasıl ki çeşmemizden akan suyun zehirli olmadığını varsayıyorsak gittiğimiz otelin de güvenli olduğunu varsayarız. Ama birader gecesine adam başı 30 bin lira verdiğin bir otelin sağına soluna da mı bir bakmazsın?
Bu da bizim burjuvazimizin ezikliği…
Avrupa Birliği'ne girmeyi desteklediğimde benimle alay edenler oldu. “Boşuna uğraşıyorsun, Kıbrıs’ı vermezsek bizi almazlar” diyorlardı. Ben de biliyordum bizi almayacaklarını. Ama “Acquis Communautaire” yani AB Müktesebatı, ekleriyle birlikte 120 bin sayfadan oluşuyor. Neden 120 bin sayfa? Çünkü işte böyle inşa edilecek her binada çakılacak bir çivinin bile, hangi alaşımlardan, hangi oranda oluşması gerektiğine kadar yazılıyor. Buna uymayan bir çivi bile çakamıyorsun. Bu kadar detaydan sonra herhalde deprem veya yangın güvenliğini ayrıca düşünmeye gerek kalmıyor. Kaldı ki onlar da müktesebatta binlerce sayfa yer tutuyor.
Keşke başkalarından öğrenmek zorunda olmasaydık ama eh işte “Ankara Kriterleri” ile de buraya kadar.
Milletçe başımız sağ olsun.