PARTİ PROGRAMI, NUTUK VE MAKALE

Serkan Kalemciler
Serkan Kalemciler

CHP geçtiğimiz ayın sonunda 39. Olağan Kongresini yaptı ve 127 sayfalık “yeni” bir parti programı açıkladı.

Yenilik tarihle ilgili elbette, yoksa 127 sayfalık programda “Güçlü Yurttaş, Güvenli Gelecek ve Kazanan Türkiye için…” başlığı dışında yeni bir şey yok.

Gerçi eskiden parti programı hazırlamak için CHP bazen haftalarca hatta aylarca çalışırdı ama artık bir iki gün yetiyor olmalı.

Programın tamamı kimsenin “hayır öyle olmasın” diyemeyeceği, genel geçer doğrular ve bol hamaset dışında pek bir şey söylemiyor.

İşte programın ana hedefini anlatan bölüm:

“Bu büyük hedef dört temel eksende gerçekleşecektir. Birincisi, aktif yurttaşlıkla demokrasi ve herkes için adalettir. İkincisi, üretim odaklı ve dönüştürücü bir anlayışla, tüm toplumun hep birlikte zenginleşmesine imkân verecek eşitlikçi, adil, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir kalkınmadır. Üçüncüsü, herkes için haysiyetli bir yaşam, toplumsal eşitlik ve kapsayıcılıktır. Dördüncüsü, saygın, güvenli, dirençli ve kazanan Türkiye’dir.”

“Demokrasi”, “adalet”, “üretim odaklı ve dönüştürücü anlayış”, “sürdürülebilirlik”, “toplumsal eşitlikçilik” gibi hiç kimsenin itiraz edemeyeceği ve tam da bu nedenle spesifik hiçbir hedefi göstermeyen boş laf kalabalığı metnin gerisine de hâkim.

Mesela “CHP’ye göre devletin temel varlık nedeni halka hizmettir.” deniyor ama hangi halka olduğu belirtilmiyor. Hangi halka? Hani şu bidon kafalı göbeğini kaşıyan halka mı? Yine de neredeyse bir asırdır halk beğendiremediğimiz CHP’nin halka hizmeti merkeze alması ilerici bir adım.

Aynı kongrede CHP Genel Başkanı Sayın Özel de uzun bir konuşma yaptı. “Gerekirse bin gün sürecek, dünyanın en uzun seçim maratonunu” başlattıklarını söyledi. Seçim maratonunun neden bin gün süreceğini sormuyoruz. Sanırım bu cümle “Bu seçim olmazsa ötekine kadar devam edeceğiz” gibi hafif bir kabullenilmiş mağlubiyet de içermiyor değil. Ama çok da şaşırmıyoruz, geçmişte CHP ideologlarının bin yıl süreceğini söyledikleri amaçları da olmadı değil…

Fakat Kongrenin hemen arkasından bir ihraç düğmesine de basıldı. Sayın Kılıçdaroğlu’nun “parti arınmalı” önerisine destek verenler tek tek ihraç ediliyor: Gürsel Tekin, Barış Yarkadaş, Savaş Aras, Erkan Narsap, Zeki Şen, Levent Çelik tepeden biçilenler. Liste aşağıya doğru giderek uzuyor.

Anlaşılan CHP kendini “Partimiz yolsuzluklardan arınmalı” diyenlerden arındırıyor.

Burada dikkat çeken nokta şu ki “yolsuzluğu” dile getirenler partiden atılıyor ama yolsuzlukları kanıtlayanlara, delil gösterenlere dokunulamıyor. İddialar, deliller bu kadar zayıfsa bu “iftiracıların” da ihraç edilmesi gerekmez mi?

Nedense onlardan korkuluyor.

Kongrenin yapıldığı günlerde Sayın İmamoğlu da “Foreing Affairs”da bir makale kaleme aldı.

“kaleme aldı” diyorum ama malum bu tür yazıları bir “gölge yazar” hazırlar.

Şimdi durup dururken bir şaibe yaratacak değilim ama yıllardır İmamoğlu’nun medyadaki konuşmalarını, yorumlarını izleyen herkes bu makalenin Sayın İmamoğlu’nun kuramayacağı cümlelerle dolu olduğunu hatta bazı sözcüklerin anlamını bile bilemeyeceğini bir bakışta görür. Ama biz yine de beyana sadık kalalım.

Yazı Foreign Affairs’ta yayınlandığı için elbette Türkiye’nin dış ilişkilerini merkeze almasını normal karşılıyoruz ama yazının geneline yaygın olan asıl kaygılıyı şu paragraf açığa vuruyor:

“Akılsızca atılan adımlar Türkiye'nin müttefikleri nezdindeki itibarını zedeledi. Bunlar arasında 2019 yılında Rusya'dan S-400 füze sistemi satın alınması, Finlandiya ve İsveç'in 2022 NATO üyelik başvurularının talepte bulunmak için bir fırsat olarak kullanılması, (…) AB üyelik süreciyle bağlantılı yargı ve düzenleyici reformların kademeli olarak terk edilmesi bulunuyor. Onlarca yıldır NATO, AB ve ABD portföylerini yöneten kıdemli diplomatların kenara itilmesi diplomatik kadronun kurumsal hafızasını ve istikrarlı rehberliğini yok etti.”

Ha, İmamoğlu’na göre NATO ile ters düşmek, hele “NATO, AB ve ABD portföylerini yönetenleri” dışlamak akılsızca adımlar. Bize savunma sistemi satmayan, bizi katılım payını verdiğimiz projelerden çıkaran ve bizi hava savunmasız bırakan ABD, AB ve NATO’nun proje yöneticilerini kovmak akılsızca adımlar…

Cin olmadan adam çarpmaya kalkan İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı olmadan uluslararası ilişkiler raconu kesmesi de aynı derecede komik. Batı’ya bu göz kırpmaların seçime faydası olacağını düşünecek kadar da iyimser. Seçmenini kim sanıyorsa artık.

İmamoğlu Türkiye’yi yeniden kalibre etmekten de söz ediyor, “Bu yeniden kalibrasyonun bir parçası da transatlantik ittifakın Türkiye'nin caydırıcılık ve kriz müdahalesinin bel kemiği olduğunu kabul etmektir. Bu, Türkiye'nin Rus S-400'leri almasının ve test etmesinin yol açtığı zararı telafi etmek için çaba göstermek anlamına geliyor.”

Sanırsın Pentagon kafasına silah dayayıp bunları yazdırmış. (Aynı günlerde ABD'nin Ankara Büyükelçisi Tom Barrack’ın, Türkiye'nin F-35 savaş uçağı programına geri dönebilmesi için Rus S-400 hava savunma sistemini kullanmaması ve sahip olmaması gerektiğini söylediğini de hatırlatalım) .

Daha da derine iniyor İmamoğlu, “Daha kurumsallaşmış bir ilişki Türkiye ile Amerika'nın çıkarlarını korumaya, kaygı alanlarını ele almaya ve Trump'ınki de dâhil olmak üzere Washington'daki her yönetime Türkiye'de daha güvenilir bir ortak sağlamaya yardımcı olacaktır.”

ABD’de ile daha nasıl kurumsallaşmış bir ilişki kurulabilir acaba? NATO’dayız yahu.

Ayrıca “Trump'ınki de dahil olmak üzere Washington'daki her yönetime” de ne demek oluyor? Washington’da bizim bilmediğimiz başka ne yönetimler var acaba? Ha, tabi Trump’ı sürekli ofsayta düşüren Penragoncular var… (Canım, ben de farkındayım, “her yönetim” derken Trump ve sonrası demek istiyor ama arada Trump’ın “kulağını çekenler” de kastediliyor tabi)

İmamoğlu Moskova ve Pekin’i de unutmuyor tabi, “Türkiye’nin enerji geçişi, terörle mücadele, turizm, Avrasya’da ticaret koridorlarının genişlemesi ve bölgesel kriz yönetimi gibi çıkarların gerçekten kesiştiği alanlarda Moskova ve Pekin ile birlikte çalışması gerek. Fakat transatlantik ittifak, insan hakları, dijital gözetim normları gibi konularda Türkiye’nin çıkarları Rusya ve Çin’in çıkarlarından farklıdır” diyor.

Ne güzel ama tam bu noktada İmamoğlu’na aniden “dijital gözetim normları nelerdir, kaça ayrılır?” diye sorsak sizce ne cevap alırız?

İşte canım, Atlantik ittifakı “good”, Pasifik ittifakı “not good”, bunda anlaşılmayacak ne var?

Filistin’e de değinmiş Sayın İmamoğlu. “Onurlu yaşam”, “insani yardım” gibi beylik temennilerden sonra şu tanımı yapıyor “Gazze'de insani yardıma erişim ve yeniden inşa, hesap verebilir Filistin kurumlarının kurulması…”

Hesap verebilirlik (accountability) her modern yönetimin olmazsa olmaz şartı zaten. Peki, İmamoğlu neden Filistin’de hesap verebilir kurumlar konusunda duyarlı?

Ortada bir savaş ve katledilmiş yüz bin insan var, hangi kurumlar? hangi hesap verebilirlik? kime hesap verebilirlik? Kendi halkına mı, İsrail’e mi? Çünkü belli ki İmamoğlu’na göre Hamas hesap verebilir bir kurum değil.

Öte yandan hesap verebilirliğe bu kadar düşkün bir eski belediye başkanı, neden kendi belediyesinden hesap sorulmasını sorun eder ki?

Bütün bu karanlık tablolardan ve ahkâmlardan sonra İmamoğlu diyor ki, “Yine de Türkiye halkı ehil, dürüst ve temsil kabiliyeti yüksek bir yönetimin mümkün olduğuna inanmayı sürdürüyor.”

Evet, hem inanıyor hem de görüyor, işte sen tam da bu nedenle yargılanıyorsun Sayın İmamoğlu.

CHP’nin Parti Programı, Özel’in nutuğu ve İmamoğlu’nun makalesi kimin umurunda mı?

Evet, ne yapalım? Biz de bazen böyle boş işlerle uğraşıyoruz.

@kalemciler