Sıcağın İçindeki Sessiz Kaçış
Yaz mevsimi sadece tatil valizleri, kumsallar ve limonata bardaklarıyla gelmez. Bazen hiç beklemediğin bir anda, bir öğle sıcağının ortasında durup düşünürsün:
“Ben burada mıyım hâlâ, yoksa başka bir hikâyenin kenarında mıydım?”
İnsan bazen bir gölge arar…
Sadece serinlemek için değil, biraz geri çekilip dünyayı izlemek için.
Bu hafta önereceğim iki yapım da tam böyle hikâyeler. Sıcaktan kaçmak isteyenlere değil, sıcağın içinde durmayı göze alanlara.
Dizi Önerisi: Back to Life (2019–2021 / BBC)
Tür: Kara mizah / Dram
Miri Matteson, 18 yıl hapis yattıktan sonra doğup büyüdüğü küçük kasabaya geri döner. Elinde valizi, yüzünde utangaç bir gülümseme. Ama kimse onun geri dönmesini istemez. Ne eski arkadaşları ne de komşuları…
Geçmişiyle yüzleşmeye çalışırken, izleyici de onun hikâyesine doğru yürür. Dizi, karanlık bir suçun ardından, hafif bir dokunuşla insanın nasıl yeniden inşa edilebileceğini anlatıyor.
İkinci bir şans mümkün mü?
Peki ya affetmek?
Kendini bile…
Back to Life, kısa bölümleri ve mizahı ince ince örülmüş anlatımıyla seni yormadan, derinden yakalayan dizilerden biri.
Komik mi? Evet. Ağlatır mı? Belki.
Ama en çok düşündürür: “İkinci bir hayat mümkünse, ilki neydi?”
Film Önerisi: A White, White Day (2019 / İzlanda)
Tür: Dram / Gerilim
Eşini kaybetmiş bir polis, kırsal bir kasabada torunuyla yaşamaya başlar.
Fakat bir gün, karısının geçmişine dair bir sır ortaya çıkar. Ve o sır, beyazla kaplı bu sessiz coğrafyada yavaşça patlayan bir volkan gibi derinleşir.
İzlanda sinemasının bu sakin ama delici filmi, yas sürecini, sevgiyle saplantı arasındaki çizgiyi ve suskunluğun ne kadar yüksek ses çıkarabileceğini gösteriyor. Diyalogdan çok bakışların, olaydan çok atmosferin konuştuğu bir film.
Güneşin Altında Değil, Gölgesinde
Back to Life ve A White, White Day, yazın o parlak yüzünün ardında duran hikâyeler.
Ne cıvıltılı ne de karanlıklar içinde. Ama tam ortada, insanların gölgeleriyle barışmaya çalıştığı yerde.
İyi seyirler…