Yılın Muhasebesi! Neyi Kutlayalım?

Uhud Tekin
Uhud Tekin

Yeni yılı kutlamak için heyecanlanan biriyseniz bu yazı biraz canınızı sıkabilir.

2025’i geride bırakırken insanın aklına ilk gelen şey takvim değil, ritim oluyor. Bazı günler, saatler ilerledi ama biz ilerlemedik.

Bazı günler ise tek bir haber, tek bir telefon, tek bir cümle bütün ayın anlamını değiştirdi.

Bu yıl da öyle geçti. Bir yanda küçük sevinçler öte yanda akılda iz bırakan kırılmalar…

2025’in en belirgin ortak duygusu bence yorgunluktu. Sadece fiziksel değil, karar yorgunluğu, haber yorgunluğu, sürekli yetişme yorgunluğu.

Yeni yıl bu yüzden kutlanacak bir şey gibi gelmiyor bana. Kötümser baktığımı düşünebilirsiniz ama bunca önlenebilir acının yaşandığı dünya da kutlama değil seferberlik üzerine konuşmalıydık.

2026 için daha iyi olsun dilekleri dilemek güzel. Ama dileğin bir şartı var, ders çıkarmak. Çünkü ders çıkarılmayan acı, sadece acı olarak kalır. Bir sonraki acının provası olur.

Bazen de bireysel bir muhasebe gerekiyor. Kime haksızlık ettik, kimi yarı yolda bıraktık, hangi sorumluluğu nasıl olsa bir şey olmaz diye savsakladık? Toplum dediğimiz şey soyut bir varlık değil. Bizim günlük tercihlerin birleşimi. Yani hatayı yapan başkaları değil, çoğu zaman bizim içimizden biri. Bu gerçekle yüzleşmeden hiçbir yıl gerçekten değişmiyor.

Bu haftanın iki önerisi de tam notaya basıyor. Hataların bedeli ve bedelin sadece hatayı yapanı değil, etrafındakileri de nasıl etkilediği.

Film önerisi: The Sweet Hereafter

Atom Egoyan’ın bu filmi, bir trajedinin ardından “kim suçlu?” sorusundan daha zor bir soruya gider: “Herkesin payı ne?” İhmal, sessizlik, kolaycılık ve kendimizi temize çekme ihtiyacımız… Film, bedelin bazen mahkeme tutanaklarından değil, insanların birbirine bakışından okunduğunu hatırlatıyor.

Dizi önerisi: Unforgotten

Geçmişte kapatıldığı sanılan bir dosya açılır ve yıllar önce alınmış kararların bugüne nasıl sarktığını izleriz. Dizi, geçmiş geçti cümlesinin çoğu zaman bir temenni olduğunu gösteriyor. Bazı hatalar zamanla küçülmez, sadece üstü örtülür. Üstü açılınca da herkesin hayatına bir gölge düşer.

Son söz…

Unutmayın, Noel baba gerçek değil.

Ama Gazze’de bir babanın enkaz başında beklerken yaşadığı acı gerçek. Ukrayna’da bir annenin siren sesine uyanıp çocuğunu bodruma indirmesi gerçek. Sudan’da, Kongo’da, Yemen’de bir yudum su, bir parça ekmek arayan ailelerin dramı gerçek. Denizde kaybolan göçmenlerin, sınır kapılarında bekleyen ailelerin, deprem ya da yangın sonrası bir daha eski hayatına dönemeyen insanların hikâyesi gerçek.

Bu yüzden 2026’yı kutlamaktan çok, ciddiye almak gerekiyor.

Çünkü takvim değişince dünya düzelmiyor…