Aşk, tüm insanlık tarihi boyunca büyülü bir hikayeye dönüşmüş, şiirlerin, şarkıların ve romanların ilham kaynağı olmuş evrensel bir duygu olarak kabul edilir fakat modern psikoloji çalışmaları, aşkın ardında yatan gerçeklerin romantikliğin ötesinde daha karmaşık bir yapısının olduğunu göstermekte...
Aşkın temelinde, karmaşık kimyasal reaksiyonların bir sonucu olarak ortaya çıkan derin bir duygu durumu yatmaktadır.

Dopamin, oksitosin, serotonin ve kortizol gibi kimyasallar, aşık olma deneyiminin temel yapı taşlarıdır, aşkı deneyimlerken zihnimizin ve bedenimizin nasıl etkilendiğini anlamamıza yardımcı olurlar.
Aşk, bilimsel açıdan sadece bir kimyasal reaksiyon değil, aynı zamanda psikolojik olarak da derin etkilere sahiptir.

Bu etkiler bazen kişisel gelişimi teşvik eder, bazen duygusal zeka üzerinde olumlu etkiler yaratır veya insanı daha iyi biri yapabilir.

Aşk, sadece romantik bir hikaye unsuru değil, aynı zamanda kişisel büyüme ve gelişimin bir yolunu temsil ediyor da diyebiliriz.
Aşkın büyülü dünyasına göz attığınızda, ilişkilerde genel ilgiyi şekillendiren belirli faktörler açıkça görülmektedir. Benzerlik, yakınlık, çekicilik ve karşılıklı çekim gibi etkenler, aşkın kapısını aralamak için kilit rol oynar.

Mesela inançlarınız ve düşünce biçimleriniz örtüştüğünde, aşkın temeli daha sağlam bir zemine oturur. Birlikte zaman geçirme ve yakın ilişkiler kurma, duygusal bağları güçlendirmekte ve aşkın filizlenmesine yardımcı olur.

Ayrıca, karşınızdaki kişi size ilgi gösteriyorsa, bu bilinçaltınızda aşk duygularını harekete geçirir ve ilişkinizi daha da pekiştirir. Beğendiğiniz kişinin size olan ilgisi, duygusal bağlarınızı daha da kuvvetlendirebilir.
Eş seçimi konusunda, sosyal etkiler ve kişisel ihtiyaçların tatmin edilmesi belirleyici bir rol oynar. Sosyal normlara uygun bir seçim yapma eğilimi, toplumda kabul görme isteğiyle yakından ilişkilendirilebilir.
Aynı zamanda, bir partnerin duygusal, arkadaşlık, işbirliği ve cinsel ihtiyaçları karşılaması, aşkı daha hızlı bulmanıza yardımcı olur. Başka bir deyişle, "kaçan kovalanır" atasözü, insanların bağlanma korkularını yansıtan daha derin bir gerçeği işaret ediyor diyebiliriz.

Aşık olmanın ilginç nedenleri arasında beklenmedik sürprizler de önemlidir. Beklenmedik ve heyecan verici deneyimler, duygusal bağı hızla güçlendirebilir.
Belirgin fiziksel özellikler de aşkı harekete geçirebilir. Hazır olma durumu da önemlidir; aşka hazır olanlar genellikle daha çabuk aşık olurlar.
İlişki isteği, kişinin özsaygısının biraz daha düşük olduğu dönemlerde daha baskın olabilir.
Psikolojide "kendini genişletme modeli," uzun vadeli ilişkilerin kişisel gelişimi desteklediğini savunur.

Aşık olunan kişi arzu edilen özelliklere sahipse, bu kişinin kişisel gelişimine olumlu katkıda bulunulabilir.
Sonuç olarak, aşk ilişkilerin karmaşıklığını ve kişisel büyümeyi şekillendiren ilginç bir hikayeyi anlatır.
Aşkın Kimyası: Serotonin, Oksitosin ve Adrenalin'in Rolü
Nörobilim alanında çalışan uzmanların yaptıkları araştırmalar da bu bulguları destekliyor diyebiliriz. Aşık olan insanların nörokimyasal profillerinde serotonin kimyasalı düşük seviyelerde bulunuyor.
Aşık olunduğunda düşen serotonin seviyesi beyinde obsesif kompülsif kişilik bozukluğunun neden olduğu düşük serotonin seviyesi ile eş düzeyde oluyor.
Yani aşık olmak, biraz çılgınlık, biraz takıntı ve tabii ki mutsuzluktur...

Aşkın heyecanı bazen anksiyete ile iç içe geçebilir. Bazı uzmanlar, aşık olduğunuzda artan anksiyetenin, kandaki adrenalin seviyelerinin yükselmesini etkilediğini söylüyorlar.
Yani artan adrenalin seviyeleri, aşık olduğunuz kişiye karşı olan hislerinizi daha da yoğun hissetmenize yol açabilir.

İşte bu saydığımız sebeplerden aşık olursunuz ve kimyanız değişir. İnsanın aşık olunca kendisini tanıyamaması ya da yapmam dediği şeyleri yapması hep bu yüzdendir.
Psikolojik açıdan yıpranmak istemiyorsanız aşık olunca kendi kontrolünüzü kaybetmeyin.
Aşık olunca muhakkak hayata bakışınız da değişecektir fakat gerçek dünyadan çok uzaklaşmamakta fayda var diyelim...

Sevgiyle kalın!