Fikirci Bey yazdı: SİVİL SİYASET ZEMİNİ
ensonhaber.com

Fikirci Bey yazdı: SİVİL SİYASET ZEMİNİ

SİVİL SİYASET ZEMİNİ

Hayatım boyunca sivil siyaseti savundum.

Geriye dönüp baktığımda haklı olduğumu görüyorum

Türk halkı her seçimde oldukça makul kararlar vermiş, kendisine sunulanlar arasında en iyisi yoksa bile en az kötüsünü seçmeyi başarmıştır. Türkiye en önemli sorunlarını demokratik seçimlerle gelen güçlü tek parti hükümetleri döneminde çözmüştür.

Hala sivil siyasete yönelik gizli açık bir saldırı olduğunda hemen şüphelerim artar. Örneğin “Milletvekili dokunulmazlığı kaldırılsın” veya “Milletvekillerinin maaşları çok yüksek, indirilsin” gibi masum görünen talepler bile “seçilmişe” duyulan nefreti yansıtır. Sanki 2-3 milyon memur hepsi çok iş yapıp maaşlarını hak ediyorlarmış gibi, bazılarının gözü 550 memurun maaşındadır.

Bence sivil siyasetin, Türkiye’de son 10 yılın en büyük demokrasi başarımı da artık “Kürt sorunu” olarak bilinen en önemli sorununu meclis çatısı altına çekmesi ve demokratik süreçlerle çözülebilir hale getirmesidir. Bu, kendi başına bir devrimdir.

Ancak Türkiye’de önemli bir kesim demokratik süreçlere inanmamaktadır. Maksimalist bir yaklaşımla, her şeyin büyük bir altüst oluş, kendilerince bir “devrim” ile çözüleceğine inanmaktadır. Onlara göre demokrasi bir burjuva yalanıdır. Seçim bir aldatmacadır. Onların bu hiçbir şeyin ne olacağını kestirememe tavırları, Türkiye’nin sorunlarını kendi bildiği şekilde çözmesini istemeyen yabancı odaklar ve sivil siyaseti başından beri sevmeyen İstanbul sermayesinin arzuları ile örtüşmektedir. Oysa bu “devrimciler” güya hem anti-emperyalist hem de sermaye düşmanıdırlar. İşte zaman zaman beş benzemez dediklerimin ortak yanı budur: Sivil siyaset zeminine düşmanlık.

Nitekim Türkiye 2002’den sonra İstanbul sermayesinin ve müesses nizamın meftunu olduğu vesayet sistemini yıkmaya başlayınca en çok sesi çıkan da bu “devrimciler” oldu.

Yıllardır Deniz Gezmiş asıldığında, Mahir Çayan öldürüldüğünde “şakiler asıldı, işte şakilerin cesetleri” diye çarşaf çarşaf resim veren, başta basının amiral gemisi ve 60 sonrası dizayn edilmiş medya, birden “devrimci” oldu. Parka fetişisti kesildi. “Ben komünistim” diyen kanal kanal gezmeye başladı. İnsan şaşırıyordu. “Yahu madem siz bu kadar çoktunuz, bu kadar sesiniz çıkıyordu da devrimi neden başaramadınız?”

Hayır, tabi ki. Medyanın devrimci falan olduğu yoktu, sadece siyasete ayar verebilmenin yollarını arıyordu ve dün komünistlere sövüp sayanlar bugün artık denetleyemedikleri, kendi kontrollerinden çıkan siyasetin düşmanı kesilmişler, ona karşı bu üç beş radikal kılıç artığına bel bağlamışlardı. Nitekim Geziciler Divan otel lobisinde ağırlandı. Ekmek almaya giden maskeli çocuk kaza kapsülüne kurban gidince Kızıldere “şehitlerinden” daha meşhur edildi.

Ancak ne Gezi, ne daha sonra girişilen 7 Şubat,  17 Aralık darbe girişimleri sivil siyaset zemini bozabildi ama koroya paraleller de eklenmiş oldu.

Şimdi bu “% 60’lık blok” yeni bir zeminde birleştiler. PKK terörü.

Ben bu bloğun medya bölümünden söz edeceğim.

Yıllarca bilinir ki bu ülkede gazete okuma oranı düşüktür. Hala da 50 milyona yakın seçmene rağmen gazete tirajları toplamı 2 milyon civarındadır. [ Bu arada Ensonhaber.Com'un günlük ziyaretçi sayısı 2,5 milyon kişiye ulaşmıştır. Belirtmeden geçemedim : ) ]

Ve fakat gariptir ki amiral gemisi ve onu izleyen filotilla bu kadar kısıtlı tirajlarına rağmen, siyaset üzerinde çok büyük rol oynayabilmekte, hükümet kurup, hükümet devirebilmekteydi.

Halk üzerinde bu kadar az etkisi olan bir kuvvetin, siyaset üzerinde bu kadar orantısız güce sahip olmasının bir tek açıklaması vardı. Ortada sivil siyaset yoktu ve medya halkın değil vesayet iktidarının yanında yer alıyordu. Medya asla 4. Kuvvet olmamış, halk desteği görmemişti.

Şimdi ise vesayetin onlara bahşettiği bu güce de sahip değiller. Onun için “bize yar olmayan kimseye yar olmasın” edası ile sivil siyaseti yok etmeye çalışıyorlar ve ellerinde bu iş için en kullanışlı eblehler de ABD ve Alman mühimmatı ile özerkliğe girmeye çalışan YPG-H.

YPG-H dedikleri de kırsal kesimde savaşmaya alışmış PKK militanlarının, şehirde savaşsın diye önce dağa kaçırıp biraz talim verdikten sonra ellerine birer keleş tutuşturduğu 15-20 yaş arası cahil Kürt çocukları. Onları bu ateşe atanlar Türk güvenlik güçlerinin onları birkaç günde yok edeceğini “domuz gibi” biliyorlar ama amaç da bu zaten, onların ölüleri dirilerinden daha çok işe yarıyor. Malum İngiliz Reuters özgürlük savaşçıları kıvamına sokuyor bu kullanışlı eblehleri ve PKK ile YDG-H’nin ilişkisinin belirsiz olduğunu söylüyor.

Onların işlediği cinayetler de artık bu medyada öznesiz olarak veriliyor. Bu kez gerçekten ekmek almaya giden çocuk parçalanıyor ama sanki bir trafik kazasına kurban gitmiş gibi veriliyor. Bu medyaya göre son 2 ayda verdiğimiz 150 şehidin faili meçhul. Hatta yan haberlerde o failin 400 milletvekili isteyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olduğunu anlamak da zor olmuyor.

Öte yandan 2005’lerde “ben komünistim” diyenin kanal kanal gezmesi gibi Kandil’in savaş baronları da sanki yasal, hatta resmi basın açıklaması yapıyorlarmış gibi ekranlarda boy göstermeye, gazetelere tefrika röportajlar vermeye başladılar. Hem de tepesinde “Türkiye Türklerindir” yazan ve Kürtçe konser verecek insanların “şerefsiz” diye adlandırılarak aforoz edildiği gazetelerde. (Bence Türkiye TÜRKİYELİLERİNDİR)

Ben bu çarpık durumun uzun süreceğini sanmıyorum. Bu seçimle birlikte bu saçmalığın da sonuna geleceğiz. Bir sezon daha süreceğinden şüpheliyim.

27 Nisan muhtırasına verilen cevap ile asker asli görevine döndü, askeri vesayete nokta kondu.

Yargı açılımı ile yargıya çok seslilik ve bağımsızlık getirildi, juristokrasi sona erdirildi.

Medya oligarşisinin de daha fazla sürdürülebileceğini sanmıyorum. O da sona erince Türkiye’nin “normalleşme” yönünde en önemli adımını atacağını ve sivil siyaset zeminin sağlamlaşacağını ümit ediyorum.

Dedim ya, ben sivil siyasete inanıyorum. Ona zarar verildiği ölçüde sorunların çözülmez hale geldiğini görüyorum.