Bilgi Üniversitesi'nde 19 mayısta başlayan İstanbul Seminerleri'nde dünyaca ünlü akademisyenler içinde bolca ‘demokrasi' ve ‘din' kelimelerinin geçtiği tartışmalar yaptı. Seminere katılanlardan sosyolog Nilüfer Göle Avrupa'da ‘eğlenceli bir tantana koparan' burkayla ilgili kışkırtıcı yorumlarını Taraf'a anlatırken siyaset bilimci Seyla Benhabib Türkiye'de son dönemde yaşanan siyasi dönüşümü yorumladı. Sosyoloji alanında yaşayan en önemli isimlerden birisi olarak kabul edilen Alain Touraine ise Türkiye'nin AB için hayati önemini vurguladı.
Modern Mahrem kitabı 19 yıl önce yayımlandığında Türkiye'deki başörtüsü tartışmasına yeni bir boyut katan Prof. Nilüfer Göle şimdi Fransa'da hararetle tartışılan burka için "Karanlığı hatırlatıyor bana... Ne güzel!" diyor. Fransa'da Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales'de öğretim üyesi olan Göle, kaset skandalından Avrupa'daki cami tartışmasına kadar farklı konularda görüşlerini Taraf'a anlattı...
Ünlü sosyolog Nilüfer Göle'nin Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek'e verdiği söyleşi tartışma yaratacak..
"İslam modern dünyanın çağdaşı haline geliyor". Son kitabınız İç İçe Girişler: İslam ve Avrupa bu saptamayla başlıyor. Ne demek bu, önceden İslam'la modern dünya aynı çağda yaşamıyor muydu?
Modern söyleme göre ileridekiler var, geridekiler var, herkes zamane değil. Zamanla ilgili bir kavga var: Kim bugünü, bugünün değerlerini tanımlayacak? Bugünü yakalayamayalar modern dünyanın merkezinden uzaklaştırılıyor, onlara "geri kalmış" deniyor. Türkçede de mesela çağdaşlaşma diyoruz. Bu kendi içinde bir çelişki barındırıyor. Çünkü zaten çağdaş olunur, çağdaşlaşılmaz. Çağdaş zaten bugüne ilişkin demek.
Bugün Avrupa'daki İslam, modern söylemdeki ileri-geri hiyerarşisini kırıyor yani...
Bir kere İslam artık Avrupa'da toplumsal mekanın ve tartışmaların merkezine giriyor. Ötekini kendimizden iki şekilde uzaklaştırabiliriz, coğrafi sınırlar koyarak ve kültürel sınırlar koyarak. Kendimize tehdit olarak algıladığımız insanların pratiklerine, değerlerine "geri" "ilkel" "yabancı" diye bakarsak bir şekilde kendimizden uzaklaştırabiliriz. İslam son dönemde hem coğrafi sınırı aştı göçmen hareketleriyle, hem de ortaçağdan kalmış gibi algılanan dinsel varlığını bir şekilde getirdi Avrupa'nın merkezine koyuverdi.
Bu merkeze gelişte camiler büyük tartışma yarattı, değil mi?
Şimdiye kadar fabrikalarda mescitler, ibadet odaları vardı, ya da camiler bodrum katındaydı. Müslümanlar kimsenin uzaktan baktığında cami olduğunu anlamayacağı binalarda ibadet ediyorlardı. Bugün Köln'de, katedralinin çok önemli, sembolik değeri olan bir Alman şehrinde onunla rekabet edercesine çok büyük bir cami yapılıyor. Bu durum, ister istemez, Avrupa'nın kentsel panoramasını sembolik ve materyal olarak değiştiriyor. Müslümanlar "Biz buradayız" diyorlar. "Biz Avrupa'dayız" derken de kendi farklılıklarını bir damga olarak mekana vuruyorlar.
Bu damga nasıl bir şey, özellikleri ne?
O damga müzakere ediliyor. Türkler Türkiye'deki camilerin kopyasını, Faslılar Fas'takilerin kopyasını mı getirecek? Camiler inşa edildikleri yere göre değişecek mi? Biri Köln'de katedrale uyacak, diğeri kuzey ülkelerinin zevkine mi uyacak? Asıl soru şu: Avrupalı cami diye bir şey ortaya çıkacak mı? Şimdi Avrupa'da hem caminin hem de Avrupa'daki Müslümanların nasıl bir şekil alacağı tartışılıyor.
Fransa'da da burka tartışması var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben çok kışkırtıcı buluyorum. Herkes burkanın karşısında: Müslümanlar, laikler, kadınlar, siyasetçiler... Burka azınlığın gücü, modernitenin aydınlık dünyasından kopuş. Gölgeyi, karanlığı hatırlatıyor bana. Ne güzel! Her şey aydınlık mı olacak kardeşim. Tam mahrem. Biz "modern mahrem" diyorduk. Bu, modernliğe karşı tam karanlık. Ben de zaten tam aydınlıktan yana değilim!
Neden?
Çünkü Batı aydınlanmacı felsefenin bugün geldiği nokta şeffaflaşma: Özel alanda olduğun gibi kamusal alanda ol, her şeyi bilelim. Bunun korkutucu bir şey olduğuna inanıyorum. Demokratik olmadığına, insanları düzleştirdiğine, tamamen katmanlarından yoksun bıraktığına inanıyorum.
Burkanın karanlığını seviyorsunuz yani?
Bu kadar tantana koparmasını eğlenceli buluyorum... Burkanın hatırlattıklarını, burkanın karanlığının rahatsız ediciliğini seviyorum, düşündürürcülüğünü seviyorum. Unutmak istediğimiz ama burkanın hatırlattığı bir şey var: Mahremiyet ve her şeyin görünür olamayacağı. Modernleşmenin önemli özelliklerinden birisi her yeri aydınlatmaktır. Çok güzel, her yer aydınlatılsın. Daha güvenceyle dolaşıyoruz, sokaklar da bize, kadınlara ait oluyor. Işık modernitenin bir parçası, ama o kadar çok ki, bazen çok göz alıyor, gölge, loş alan bırakmıyor. Loşluğa katlanabilen kimse yok, floresan lambaları... İşte bu noktada Burka kavgası bize kaybettiğimiz şeyleri hatırlatabilir...
Her yanı aydınlatılmış topum, aynı zamanda her an gözetlenebilir denetlenebilir bir toplum demek, değil mi?
Evet. Özel alanla kamusal alan arasında hiçbir karanlık nokta bırakmıyor. Konuşmaya zorlanan bir toplum, itirafçı bir toplum... İslami ahlakta "İyiliği emredin kötülükten sakındırın" kuralı var. Bir hata işlemiş olabilirsiniz ama bu hatayı konuşarak, dolaşıma sokarak daha büyük bir günah işlersiniz. Bunun hangisi daha iyi? Batı aydınlanmacı toplum "Madem yaptın söyleyeceksin" diyor. Biz diyoruz ki, "Madem yaptın bir de söyleme". Bunun son örneğini kaset skandalında yaşadık...
Ne yaşadık kaset skandalında?
Kasetin dolaşımdan kaldırılmasına ilişkin Tayyip Erdoğan Bey'in söyledikleri manidardı. Çünkü "kötülükten sakındırma" ilkesini hatırlatıyordu, yani bir cürüm işlenmiş olabilir ama bunun çoğaltılması, dolaşıma girmesi kötülüktür. Şeffaflığın, yatak odalarımıza kadar girmiş kamera ışığının olduğu bir dünyada iyi bir hatırlatmadır. Müslüman ahlakın burada söyleyebileceği bir şey olamaz mı?
Erdoğan milletvekillerine "Bunun esprisini yapmayın" dedikten sonra kendisi "Biz anayasayla uğraşırken, Baykal nerelerdeymiş" dedi.
Benim sözüm siyasetçiler arasındaki polemiğe ilişkin değil. Güncel örneklerden yola çıkarak ahlak konusunda toplumun düşünmeye başladığına işaret etmeye çalışıyorum.
Bir yakın örnek daha vereyim. Başbakan "Biz eşini aldatan erkeği mağdur gösteremeyiz" dedi. Bu, tabii ki siyasi bir amaçla söylenmiş bir sözdür. Ama bu cümle birçok taşı farkında olmadan yerinden oynatıyor. Bir kere kadınlardan yana bir cümle. İkincisi eşini aldatan erkeğin hoş görülmemesi seküler dünyanın tekeşli evliliklerine mahsus. İslami doktrine, çokeşliliğe atıfta bulunulmuyor. Belli ki, İslam bugün yaşam tecrübesi süzgecinden geçiyor, dönüşüme uğruyor. Hangi söylem İslami, hangi alışkanlık seküler, kim feminist, kim erkek-egemen, patriarkal düzenden yana?
Ama burada kadınlar üzerinden erkeklerin siyaset yapması yok mu? Erkek siyasetçilerin sabahlara kadar ağlayan eşlerinden bahsediliyor. Ama kadınlar konuşmuyor.
Bilmem. Belki de erkekler kadınların sesine kulak vermeden artık siyaset yapamıyorlar. Kadınların konuşmasına gelince, hiç bu kadar konuşmadılar. Üstelik seküler kadınlar hiç fena değiller, söz ellerine geçti. Belki kadınlar her tartışmanın, her türlü siyasetin içinde değiller, olmasınlar da zaten. Mecbur muyuz, her tartışmaya girecek miyiz! Geri çekilmeyi bilmek de güç. Loş, mahrem gibi sükût da alternatif bir eylem biçimi olabilir. Gücün tek kaynağı dil değil.
Seküler kadınlar sözü ellerine geçirdi. Peki diğer kadınlar?
Pek konuşmaya ihtiyacı yok onların, performansları yetiyor. Başörtüsü takıyor, dünyayı konuşturtuyor. Nüktesi bir yana Modern Mahrem'i ilk yazdığımda, başörtülü kadınlar hiçbir şekilde söz sahibi olmayacaklar kendi cemaatlerinin baskısına maruz kalacaklar deniyordu. Bugün mesela anaakım medyada bile entelektüel Müslüman kadın yazar arayışı var.
AKP anayasayı aceleye getiriyor
Siyaset bilimi ve felsefe alanındaki çalışmalarıyla tanınan Yale Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Seyla Benhabib Türkiye'deki siyasi dönüşümü yorumlarken hem AKP hükümetine hem de yargıya sert eleştiriler getirdi.
İstanbul doğumlu Benhabib Taraf'a şu değerlendirmeleri yaptı:
» AKP'yle başlayan süreci demokratikleşme açısından genelde olumlu buluyorum. Toplumdaki çoğulculuk, açılımlar, baskıcı bir milliyetçiliğin eleştirisi, dünyaya açıklık, laiklikle ilgili tartışmalar... Bunlar olumlu gelişmeler.
» Anayasa değişikliğiyle ilgili süreci detaylarına girecek kadar takip edemedim. Ama temel kanun bu kadar çabuk değiştirilmemeli, diye düşünüyorum. İnsanların yeterince bilgisi yok. Eğitim yapılmadan bu referandumu yapmak affedersiniz, iktidarın halka bir şey yutturma eğilimi gibi geliyor bana. Bence bu süreci biraz yavaşlatmak ve halka anlatmakta büyük fayda var.
» Son 10 yıllarda Türkiye'de yargıda büyük yanlışlıklar yapıldı: Muhalif sanatçılara açılan davalar, Orhan Pamuk davası, Dink'in öldürülmesine giden yol... Ayrıca parti kapatmayla ilgili kararlar çok önemli. Türkiye'de yargı kuruluşlarının bir demokraside olması gerektiği gibi işlemediği doğru...
» Anayasaya karşı olan bir parti kapatılabilir. Fakat açık ki bu prensip, Türkiye'de çok yanlış uygulandı. Fazilet vardı... Refah vardı... Devamlı olarak Anayasa Mahkemesi askerin ve milli güvenlik kurulunun organıymış gibi davrandı.
» "AKP laikliğe karşıdır, kapatılır", ben bunu saçma buluyorum. Ama Anayasa'da parti kapatmayla ilgili değişikliği yaparken, AKP sanki kendi yatağını yapıp da onun içine yatacakmış izlenimi vermemeli. Bütün partilere uygulanabilecek kalıcı, akıllı ve ileriyi gören bir kanun çıkarmalı.
» AKP bazı durumlarda demokrasiyi araçsallaştırıyor. "Şuraya kadar gidelim ama daha öteye gitmeyelim" diyorlar. Mesela parti kapatmaları, Kürt hakları konusunda. Fakat ben sivil diktaya filan pek inanmıyorum. AKP'yi Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat partiler gibi kaynağında dini görüş olmasına rağmen kitle partisine dönüşen demokratik bir parti olarak görüyorum.
AB için tek yol Türkiye
Sosyoloji alanında yaşayan en önemli isimlerden birisi kabul edilen Prof. Alain Touraine Bilgi Üniversitesi'ndeki konuşmasında AB'nin "tamamen anlamsız bir proje"ye dönüşmemesi için tek yolun Türkiye'ye kapılarını açmak olduğunu söyledi.
Fransa'da Ecole des Hautes Etudes en Sciences Sociales'te öğretim üyesi olan Touraine'in değerlendirmeleri şöyle:
» Eğer Avrupa Birliği (AB) varlığını sürdürmek istiyorsa dünyadaki büyük problemlere müdahale edecek ve sonuç alabilecek gücü olduğunu göstermesi gerekir. Bugün dünyada en yakıcı problemden birisi Batıyla İslam ülkeleri denen ülkeler arasındaki problem. AB batıyla doğu arasındaki dramatik probleme cevap verebilmeli.
» Türkiye'yi AB'ye dahil etmek, Batıyla İslam arasındaki problemi çözmek için tek yol olarak düşünülmeli. Batı'nın artık zayıf Müslüman ülkeleri vurmak yerine, güçlü Müslüman ülkelerle işbirliği yapması gerekir. İşbirliği yapılacak ülke güçlü bir kimliği, güçlü kurumları olan ve geçmişinde sömürgeleştirilmemiş bir ülke olmalı. Bu tanıma uyan ülke Türkiye.
» Sembolik unsurlar, somut unsurlardan daha önemlidir. Hem laik hem Müslüman bir ülke olan Türkiye'yle birlikte çalışılmak AB açısından çok önemli.
Daha Fazla Yorum Yükle
0 Yorum Yapılmış