Sultan Abdulhamid Han anılıyor
ensonhaber.com

Osmanlı Devleti'nin en çok merak edilen padişahlarının başında gelen Sultan II.Abdülhamid, imparatorluğun dört bir tarafında yeni eserler yaptırırken birçok projeye de imza atmıştı. Peki Sultan Abdulhamid Han kimdir? Hangi projelere imza atmıştır? Abdulhamid Han'ın siyasi hayatı ve eserleri bu haberde...

Sultan Abdülhamid halifelik makamına yakışır iffet, haysiyet, vakar ve namus timsali bir kimse idi. Dindardı, hayır yapmasını severdi. Kan dökülmesinden asla hoşlanmazdı. Otuz üç yıllık saltanatı süresince imzaladığı ölüm fermanlarının sayısı birkaç taneyi geçmez. Kimsenin rızkına mâni olmak istemez, yurt dışına kaçan veya sürgüne gönderilen siyasî muhaliflerine dahi maaş bağlatırdı.

Günde 16 saat çalıştığı söylenen II. Abdülhamid'in çalışmadığı zamanlarda hobi olarak marangozlukla uğraştığı bilinmektedir. Öte yandan II. Abdülhamid gençliğinde de bir çok spor dalıyla ilgilenmiştir. Sanatla da alakalı olan II. Abdülhamid, Yıldız Sarayı'nda yaptırdığı tiyatroda çeşitli oyun ve operaları özel olarak getirterek ailesiyle izlerdi.

Sultan Abdulhamid Han anılıyor(Sultan II. Abdülhamid’in, gül ağacından kendi eliyle yaptığı cumba kafesi Yıldız Hamidiye Camii)

Matbaa ve yayın ilerine de oldukça meraklı olan II. Abdülhamid, zamanında modern matbaa makinelerini Türkiye'ye getirterek önemli divan eserlerini bastırmıştı. Öte yandan dedektif romanlarına ve seyehatnamelere de oldukça meraklı olan II. Abdülhamid'in Yıldız Sarayı'nda çok geniş bir kitap koleksiyonu olduğu bilinmektedir.

Aynı zamanda II. Abdülhamid'in şimdilerde bile oldukça geniş bir hayran kitlesi bulunan Sherlock Holmes'un bütün maceralarını eksiksiz bir şekilde Osmanlıca'ya tercüme ettirdiği de bilinmektedir...

Sultan II. Abdülhamid, tahtta olduğu 33 yıllık dönemde bir çok proje gerçekleştirmiştir. Bunlardan bazıları şu şekildedir;

- İlk kız okulları II. Abdülhamid döneminde açılmıştır.

- Tahta çıktığı sene 250 olan rüştiye sayısı 1909'da 900'e, 6 olan idadi sayısı 109'a çıkarmıştır.

- 1877 senesinde İstanbul'da bulunan modern ilkokul 1905 senesine gelindiğinde 9 bine ulaşmıştır.

- II. Abdülhamid, Abdüllatif Suphi Paşa'nın ilk defa bir kız sanat okulu açma projesine açıkça destek vermiştir.

- Sirkeci ve Haydarpaşa garları II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır.

- Hicaz Demiryolu II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır. Bu projeyle alakalı yapılan her şey yerli girişim ile olmuştur.

- II. Abdülhamid, Abdüllatif Suphi Paşa'nın ilk defa bir kız sanat okulu açma projesine açıkça destek vermiştir.

- Sirkeci ve Haydarpaşa garları II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır.

- Hicaz Demiryolu II. Abdülhamid döneminde yapılmıştır. Bu projeyle alakalı yapılan her şey yerli girişim ile olmuştur.

- 1877 yılında Posta Telgraf Teşkilatı bir bakanlık haline getirildi ve 1900 senesinde PTT'de ilk defa bir 'havale kalemi' devreye girmiştir.

- 1901 senesinde Şehir Postaları kurulmuştur.

- 1876 senesinde Avrupa'da kullanılmaya başlanan telefon, 1881 senesinde Türkiye'ye getirilmiş ve sınırlı sayıda olsa da kullanıma sunulmuştur.

- 1899 senesinde günümüzde hala faaliyette olan Şişli Etfal Hastanesi II. Abdülhamid tarafından kurulmuştur.

- II. Abdülhamid 25 Mart 1906 tarihli fermanı ile Okmeydanı'nda bulunan Darülaceze'nin kurulmasını sağlamıştır.

Sultan Abdulhamid Han anılıyor

SULTAN (II.) ABDULHAMİD HAN'IN HAYATI

Babası Abdülmecid, annesi Tîrimüjgân Kadınefendi’dir. 21 Eylül 1842 tarihinde dünyaya geldi. On bir yaşında annesini kaybettiği için, babasının emriyle, hiç çocuğu olmayan Piristû Kadınefendi kendisine analık etti. Özel hocalar tayin edilerek eğitildi.

Gerdankıran Ömer Efendi’den Türkçe, Ali Mahvî Efendi’den Farsça, Ferid ve Şerif efendilerden Arapça ve diğer ilimleri, Vak‘anüvis Lutfi Efendi’den Osmanlı tarihi, Edhem ve Kemal paşalarla Gardet adındaki bir Fransız’dan Fransızca, Guatelli ve Lombardi adındaki iki İtalyan’dan mûsiki tahsil etti.

Anne sevgisinden mahrum oluşu, babasının kendisine karşı soğuk davranması onu çocuk yaşından itibaren yalnızlığa mahkûm etmiştir.

Taht için uzak bir namzet oluşu dolayısıyla saray muhiti de kendisine pek ilgi göstermemiştir. Saray halkı ve devlet büyükleri zeki, fakat düşünce ve kanaatlerini asla dışa vurmayan Şehzade Abdülhamid’i pek sevmezdi. Bu yüzden herkesin uzak kaldığı bu akıllı şehzade, ancak Pertevniyal Kadın’ın yardımı ile Sultan Abdülaziz’e yaklaşabildi.

Zekâsı ve politik kabiliyeti dolayısıyla amcası Abdülaziz, onun serbest bir ortamda yetişmesine imkân verdi. Mısır ve Avrupa seyahatlerine onu da götürdü. Şehzadeliği oldukça serbest geçen Abdülhamid, Maslak çiftliğinde toprak işleriyle meşgul oldu. Burada koyun besledi, üstübeç madenleri işletti, borsa faaliyetlerine katılarak para kazandı. Tahta çıktığı zaman servetinin 100.000 altını aştığı söylenir.

Anayasaya dayalı meşrutî bir idare kurmak isteyen ve bu yüzden Abdülaziz ile V. Murad’ı tahttan indiren Midhat Paşa ve arkadaşlarıyla anlaşan II. Abdülhamid, 31 Ağustos 1876 Perşembe günü tahta çıktı.

Sultan Abdulhamid Han anılıyor

Bu sırada devlet en buhranlı günlerini yaşıyordu. Abdülaziz devrinde başlamış olan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmalarına V. Murad devrinde Sırbistan ve Karadağ muharebeleri de eklenmişti.

Bu isyanları kışkırtan ve destekleyen Rusya “Şark meselesi”ni halletmek üzere fırsat kollamakta idi. Malî imkânsızlıklar yüzünden isyanlar bastırılamıyordu. Abdülaziz’in son yıllarında Mahmud Nedim Paşa’nın dış borçların ödenmesiyle ilgili kararı, Avrupa’da büyük tepkilere yol açmış ve bu yüzden yeni bir yardım alınması imkânsızlaşmıştı. Avrupa kamuoyu Osmanlı Devleti aleyhine dönmüş durumda idi.

Bu şartlar içinde Abdülhamid büyük bir iyi niyet gösterisi ile işe başladı. Osmanlı tarihinde o zamana kadar görülmemiş birtakım hareketlerle kısa sürede ordunun ve halkın gönlünü kazandı.

Meselâ Seraskerlik Kapısı’nda subaylarla yemek yiyen padişah, burada “serasker paşa, paşalar, beyler, efendiler” hitabıyla başlayan bir konuşma yaptı. Bütün hükümet üyeleriyle mâbeyin personelini Yıldız Sarayı’nda yemeğe davet etti. Burada yaptığı konuşmada da millî birliğe duyulan ihtiyacı dile getirdi.

Tersane’ye giderek bahriyelilerle birlikte sofraya oturup asker yemeği yedi. Bâb-ı Meşîhat’a giderek ulemâ ile birlikte iftar yemeğine katıldı. Haydarpaşa Hastahanesi’nde Balkan cephelerinden gelen yaralıları teker teker ziyaret ederek onlara hediyeler dağıttı. Sadrazam ve diğer nâzırlarla birlikte camileri dolaşarak halk içinde namaz kıldı.

Yeni padişahın buna benzer jestleri halk ve ordu mensupları arasında memnunluk uyandırdı. Herkeste ve özellikle orduda bir moral düzelmesi görüldü. Sırplar’la yapılan savaşlarda Türk ordusu önemli başarılar elde etti.

Fakat Rusya’nın derhal savaşa son verilmesi konusundaki ültimatomu üzerine Sırbistan ile üç aylık ateşkes imzalandı. İngiltere “Şark meselesi”nin İstanbul’da toplanacak bir konferansta ele alınmasını istedi.

Bu sırada padişahla hükümet arasında mâbeyin kâtiplerinin tayini yüzünden ilk anlaşmazlık çıktı. Mütercim Rüşdü Paşa’nın istifasını padişah kabul etmedi. Sırplar’la barış yapılmasını istemeyen bir grubun Midhat Paşa ve arkadaşlarını öldürmeyi, II. Abdülhamid’i tahtından indirmeyi planlayan komploları ortaya çıkarıldı. 400 kişi tevkif edildi.

Anayasa hazırlığı için müslüman ve gayri müslimlerden bir komisyon kuruldu. Bu sırada Midhat Paşa ile anlaşmazlığa düşen Mütercim Rüşdü Paşa istifa etti. 19 Aralık 1876’da sadârete Midhat Paşa getirildi. Dört gün sonra da İngiltere’nin teklifini kabul eden devletler İstanbul’da toplandı. Aynı gün yüz bir pâre top atışıyla Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kānûn-ı Esâsî ilân edildi (23 Aralık 1876).

Sultan Abdulhamid Han anılıyor(Sultan II. Abdülhamid’in yaptırdığı Şam-Hicaz demiryolunun açılış merasimi)

II. Abdülhamid bu yüzden ülke yönetiminde sert bir politika takip etti. Sultan Abdülaziz’in ölümünden sorumlu tuttuğu Midhat Paşa ve arkadaşları Yıldız Sarayı’nda kurulan özel mahkemede yargılanarak ölüm cezasına çarptırıldılar.

Ancak padişah ölüm cezalarını müebbet hapse çevirdi. İç politikadaki sertliği dış olayların seyrine göre azalıp çoğaldı. Dış politikada karşılaştığı güçlükler, bilhassa yabancı devletlerin içeride birtakım olaylar çıkartmaları, padişahı sıkı bir rejim uygulamaya sevketti. Çünkü iç politikadaki çalkantıları kontrol etmeden, dağılmakta olan bir imparatorluktaki çeşitli menfaat gruplarını ve siyasî faaliyetlerini zapturapt altına almadan devleti yönetmek mümkün değildi.

Daha tahta çıktığı gün etrafını saran kimselerin entrikalarla örülü ağlarına kendisini hapsetmek istediklerini anlayan Abdülhamid, bu yüzden kurnaza karşı kurnazca hareket etmeye karar verdiğini belirtir. Bunun sonucu olarak da Avrupa’da yapılan bölücü yayın faaliyetlerine karşı sıkı bir sansür uyguladı. Devletin toparlanabilmesi için zamana ihtiyaç olduğuna inanan Abdülhamid, bazı tâvizler pahasına da olsa, ağır bir yük oluşturan savaşlardan kaçınma yoluna gitti.

Saltanatı süresince daima idareli davrandı. Abdülaziz gibi devlet hazinesine el atmadı. Aksine kendi kesesinden bile bazı fedakârlıklarda bulundu. Sarayın masraflarını âzami derecede kıstı. Câriyelerle dolu saray hayatından uzak sade bir hayat yaşadı.

Abdülhamid, ekonomik alanda kendisinden önceki padişahlardan devraldığı dış borçları temizlemeye öncelik verdi. Tahta çıktığında, 1854-1874 arasında alınmış dış borçların vadesi dolan yıllık ana para ve faiz ödemeleri devletin normal gelirlerinin yarısını geçiyordu.

Dış baskı aracı olarak kullanılan ağır borç yükünden bir an önce kurtulmak istedi. Avrupalı alacaklıların temsilcileriyle 20 Aralık 1881’de bir anlaşma imzalandı. Muharrem Kararnamesi adı verilen bu anlaşma ile alacaklı ülkelere belli devlet gelirlerini toplamak üzere Düyûn-ı Umûmiyye’yi kurma imtiyazı tanındı. Böylece Osmanlı Devleti’nin Batılı devletler arasındaki itibarı oldukça düzeldi.

Fakat anlaşmadaki bazı hükümler yüzünden borç senetlerindeki değer artışı Düyûn-ı Umûmiyye’nin işine yaradı. Bu arada, eskisi kadar olmamakla birlikte yeni borçlanmalara gidildi. Devlet gelirlerinin yüzde otuzu borçların ve faizlerinin ödenmesine ayrıldığı halde, eski borçlar temizlenemedi. Ancak alınan borçlardan çok daha fazlası ödendi ve borçlar büyük ölçüde hafifletildi.

Abdülhamid’in en başarılı yönü dış politikasıdır. Dünyadaki politik gelişmeleri yakından takip etmek üzere sarayda bir çeşit bilgi merkezi kurdu. Türkiye ile ilgili bütün dünyada çıkan yazılar ve dış temsilciliklerden padişaha gelen raporlar burada toplanır ve değerlendirilirdi.

Padişah, gerektiğinde yerli ve yabancı ilim adamlarından dış politika konusunda bilgi alırdı. Abdülhamid’in dış politikası prensip itibariyle basit, uygulanış bakımından oldukça zordu. Dış politikada temel amaç, imparatorluğun barış içinde yaşamasını temin etmekti. Devletler arası rekabetin Türkiye üzerinde yoğunlaştığı bir devirde böyle bir siyaseti uygulamak gerçekten zordu.

Abdülhamid, Avrupa devletlerinin Türkiye üzerinde birbiriyle çelişen çıkar ve ihtiraslarından faydalandı. Bu yüzden dış politikası milletlerarası ilişkilerde yeni şartlar oluştukça değişti. 1878’den XX. yüzyıl başlarına kadarki dönemde bağımsız bir politika izledi. Hiçbir devletle devamlı anlaşmaya girmedi.

Abdülhamid, dış tehlikeler karşısında devletin tabii dayanağı olarak gördüğü müslüman tebaaya öncelik verme siyasetini benimsedi. İngiltere’nin Mısır ve Arabistan’da ilmî araştırmalar adı altında başlattığı Osmanlı aleyhtarı faaliyetlerini yakından takip etti.

Bütün memlekette ticaret, ziraat ve sanayi odaları da yine Abdülhamid zamanında açıldı. İlk defa “tahrîr-i nüfûs” teşkilâtı kurularak, memlekette insan gücü ve mal varlığının istatistikî bir şekilde her yıl düzenli olarak tesbitine çalışıldı. Ayrıca imar ve bayındırlık faaliyetlerine de hız verildi.

Anadolu ve Rumeli demiryollarının büyük bir kısmı tamamlandığı gibi, yol bulunmayan Anadolu’da bir şose şebekesi meydana getirildi. Çeşitli şehirlerde atlı ve elektrikli tramvaylar, düzenli rıhtımlar yapıldı. Hicaz ve Basra’ya kadar telgraf hatları çekildi. Abdülaziz döneminde “memleket ve menâfi sandıkları” adıyla bazı kredi müesseseleri kurulmuştu.

Bunlar 1883’te Menâfi Sandıkları, 15 Ağustos 1888’de de Ziraat Bankası adını aldı. Abdülhamid döneminde bu bankanın teşkilâtı genişletildi, çeşitli yerlerde şubeleri açılarak çiftçiler desteklendi.

Feshâne ve Hereke fabrikaları genişletildi; Yıldız Çini Fabrikası açıldı. Askerî ıslahat için Almanya’dan uzmanlar getirtilirken Almanya’ya eğitim için Türk subayları gönderildi. Askerî rüşdiyeler ve idâdîler arttırıldı. Türk ordusu yeni silâhlarla teçhiz edildi. Hukuk alanında da önemli adımlar atıldı. Ceza usulü ve ticaret usulü kanunları çıkarıldı. İlk defa mahkemelerde müddeiumumilik müessesesi kuruldu. Batı örneklerine göre polis teşkilâtı yeniden düzenlendi. Memurlar için Tekaüt Sandığı kuruldu.

II. Abdülhamid’in önemli özelliklerinden biri de Türklük şuuruna sahip olması idi ve İslâm cemaatleri içinde en güvendiği unsur da Türkler’di. Bu yüzden dış Türkler’le yakından ilgilendi. Daha saltanatının ilk yıllarında Buharalı büyük Türk âlimi Şeyh Süleyman Efendi’yi Türkler ve Türkmenler’le temas etmek üzere resmî vazife ile Orta Asya’ya gönderdi. Peşte’de toplanan Turan Kongresi’nde de padişahı yine Süleyman Efendi temsil etti. Azerbaycan’da Türkçe öğretimini yasaklayan İran şahı nezdinde teşebbüse geçerek Türkçe’nin yeniden öğretim dili olmasını sağladı. Öte yandan Söğüt’ü imar etti; buradaki Osmanlı Devleti’nin kurucuları Türk büyüklerinin türbe ve mezarlarını tamir ettirdi. Bölgede yaşayan ve kendisinin “öz hemşerilerim” dediği Karakeçili aşiretinden iki yüz kişilik bir Söğütlü Maiyet Bölüğü kurdu.

Anayasalı meşrutî idareye taraftar olan Abdülhamid, meclisin çeşitli unsurların mücadele sahnesi olmasından çekiniyordu. Türkler’in haklarını koruyacak bir kanun hazırlığı için Avrupa anayasalarını tercüme ettirmeye başlamıştı. O, Türk unsurunun kuvvetlenmesi için çalışılması gerektiğini savunmakta, Anadolu’nun Türk’ün son sığınağı olduğunu söylemekte ve Almanlar’ın burada koloni kurmak istemelerine de şiddetle karşı çıkmakta idi.

10 Şubat 1918 Pazar günü hayata gözlerini yuman Abdülhamid’in cenazesi Topkapı Sarayı’na nakledilerek teçhiz ve tekfini orada yapıldı. Sultan Reşad’ın iradesiyle, ölümünün ertesi günü padişahlara mahsus muazzam bir törenle Divanyolu’ndaki II. Mahmud Türbesi’ne defnedildi.

Sultan Abdülhamid, Osmanlı ailesinin bütün özelliklerini taşımaktaydı. İri burunlu, parlak ve iri gözlü idi. Soğukkanlı fakat vehimli bir mizaca sahipti. Yürürken ve otururken biraz öne doğru meylederdi. Titrek fakat kalın bir sesi vardı; çok dinler, az konuşurdu. Kendisiyle konuşanlara saygı telkin eder, herkese karşı nazik davranırdı. Hoşlanmadığı kimselere bile güler yüz gösterir ve sevmediğini belli etmezdi. Karşısındakinin duygu ve düşüncelerini sezmekte mâhirdi. Herkesin gönlünü almasını iyi bilirdi.

Fevkalâde bir zekâya ve hâfızaya sahipti. Bir kere gördüğü veya sesini işittiği kimseyi asla unutmazdı. İradesi kuvvetli, fikir ve kararlarında istiklâl sahibi, tehlike karşısında metanetli idi. Anne ve babasının veremden ölmüş olmaları, onu genç yaşından itibaren temkinli yaşamaya sevketmişti.

İçki içmez, her türlü sefahatten uzak durur, sade bir hayat yaşardı. Ölünceye kadar her sabah ılık su ile duş yapmayı alışkanlık haline getirmişti. Jimnastiğe meraklı olup kılıç ve tabanca kullanmakta mahir idi. Batı müziğinden, opera ve tiyatrodan hoşlanırdı.

Çalışmayı sever ve düzenli bir program uygulardı. Devlet işlerini her şeyin üstünde tutar ve önemli haberler alındığında uykusundan dahi uyandırılmasını isterdi. Devlet işlerinde değişik karakterdeki kimselerden faydalanmayı iyi bilir ve onlara mizaçlarına uygun hizmetler verirdi.

Önemli devlet meselelerinde karar vermeden önce değişik fikirdeki devlet adamlarının görüşlerini alır, hatta bazan zıt görüşlü kimseleri huzurunda münakaşa ettirir, daha sonra kesin kararını verirdi. Sorumluluk taşıyan kararlarda konuyu meclise havale eder ve kararın oradan çıkmasını sağlardı.