Nüfusunun kahir ekseriyeti Müslüman olan Keşmir, Hindistan’ın zulmü altında inim inlerken Gazze’dekinin bir benzerinin Himalayaların eteklerinde yaşandığından dahi habersiziz. Oysa Keşmir İslam âleminin tabiat bakımından olduğu kadar insan niteliği bakımından da en zengin bölgelerinden biri. En iyi tanıdığımız Keşmirli ise Hind Müslümanlarının yüz aklarından şair Muhammed İkbal’dir.
1912 yılında Aligarh Koleji’nde okurken verdiği bir kararla tarihimize dahil olan Abdurrahman Bey’in şerefli hizmetlerden sonra 1925 Haziranının son günü Şişli’de kapanan gözlerinin hikâyesidir anlatacağımız.
Kuzey Pakistan’da bulunan Chota Lahor’un önde gelen ailelerinden Şerbaz Khan’ın en büyük oğlu olarak 1886’da dünyaya gelmiş.
Trablusgarp’ın İtalyanlarca işgali haberi Hind Müslümanlarını harekete geçirmiş, miting ve toplantılar düzenleyerek Osmanlıya yardım toplamışlardı. Kimi kızının kulağındaki küpeyi veriyor, kimi de cebindeki son kuruşu. Peşaverli Abdurrahman ise toplanan paraları getirmek ve Kızılay adına hizmet etmek için çırpınıyordu. Balkan Savaşı haberleri ise Hind kamuoyunun dikkatini Halifenin topraklarına raptetmişti. Ve 26 yaşındaki bu genç, ailesinin muhalefetine rağmen ceketini ve kitaplarını satarak, bir başka deyişle gemilerini yakarak yola çıkacaktı.
Abdurrahman daha okul sıralarındayken Türklere karşı büyük bir hayranlık ve sevgi beslermiş. Hatta kardeşleri ona ‘Türk abi’ dermiş. Bilelim ki Türk sevgisi Hind alt kıtasında bambaşkadır.
Meşakkatli bir yolculuktan sonra İstanbul’a varan Hind Kızılay Heyeti büyük tezahüratla karşılanmış ve derhal Çatalca hattına yaralılara hizmet için gönderilmiş.
Balkan Savaşı bitince heyet ülkesine dönmüş fakat Abdurrahman Bey kalıp Halifenin ülkesinde mücadele etmeyi sıcak yuvasına dönmeye tercih etmişti.
Derken Çanakkale cephesinde görürüz Abdurrahman Gazi’yi. Çanakkale’ye gelen Hintli askerlerin bir kısmı Müslümandır. Abdurrahman Peşaveri özellikle İngiliz cephesine yakın yerlerde ezan okuyup tam 736 Hintli Müslüman askeri Osmanlı tarafına çekmiş ve bu uğurda çalışırken 3 defa vurulmuştur.
Ardından Kutul Amare cephesinde göreceğiz kahramanımızı.
Tabii onu fark eden İngilizler acısını ailesinden çıkaracak, arazilerinin çoğu ellerinden alınıp hapse atılacaklardır.

Kızılay heyetiyle beraber geldiği ve kardeş gibi sevdiği bir Abdurrahman daha vardır ki kimlikleri birbirine sık sık karıştırılmaktadır. Abdurahman Samdani adındaki diğer Hindli kahraman 1914’te Çatalca’da kalbindeki delikten dolayı vefat edince kimliğini gizlemek için Samdani soyadını kullanacak ve arkadaşının ailesiyle sürekli mektuplaşacaktır. (Abdurrahman Samdani’nin babası Gulam Samdani İngilizlerle iş yapan büyük müteahhitlerdendi; İngilizlerin bir Samdaniye zarar vermeyeceğini bildiğinden bu soyadını seçmiştir.)
1917-18’de Brest-Litovsk barış görüşmeleri dahil birçok yurt dışı görev üstlenecektir.
Bir seferinde Sultan Reşad, Afgan Emiri Habibullah’a bazı kıymetli hediyeler gönderecektir. Bu işle Rauf (Orbay) Bey başkanlığında bir heyeti görevlendirir. Rauf Bey de Afgan dilini iyi bildiği için Abdurrahman’ı yanına alır. İran sınırında İngilizlerce durdurulunca Abdurrahman, Hacca gitmek üzere İran sınırına yakın bir yerde toplanmış bulunan Afganları silahlandırıp kritik bir geçidi 36 saat tutmak suretiyle heyet üyelerinin esir düşmesine engel olmuş ama bu sırada yaralanmıştır.
Neticede Rauf Bey ve arkadaşları Afganistan’a gidemeyince Abdurrahman da İstanbul’a döndü, derken Harb Okulu’na kaydoldu, 2 sene sonra da Osmanlı ordusuna subay olarak katıldı.
İstanbul işgal edilince Rauf Bey İngilizlerin eline esir düşmemesi için Abdurrahman’ı gizlice Anadolu’ya göndererek Kuva-yı Milliye’ye katılmasını sağladı. 1919 yılında Rauf Beyle birlikte Bandırma’ya çıkan ve Sivas Kongresi’ne katılan Abdurrahman Bey zekiydi, kültürlüydü, birkaç dil biliyordu. Bu yüzden Ankara’ya gider gitmez kurulmakta olan Anadolu Ajansı’nın ilk personeli olarak atanacaktı.
Afganistan’a “Fevkalade Murahhas” (Olağanüstü Delege) unvanı ile ilk diplomatik temsilcimiz olarak yollandı (Ağustos 1920). İki yıla yakın süren görevi sırasında kendisiyle akrabalık bağı bulunan Emanullah Han’ın yakın ilgisine mazhar oldu, hatta ikametine bir saray tahsis edildi.
1923 Ekiminde İstanbul’a dönünce yine Rauf Bey’in yakınındaydı.
Artık savaş bitmiş, Lozan imzalanmış ve iç siyaset hararetlenmişti. Evinde kaldığı ve kardeş gibi oldukları Rauf Bey ile Kâzım Karabekir Paşa ve arkadaşları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdu. Abdurrahman Bey de partideydi.
Şeyh Said isyanını bahane eden devrin hükümeti TCF’nin taşra teşkilatını kapatmış, bir tek İstanbul’daki merkezi açık kalmıştı. 15 Mayıs 1925’te İstanbul’da toplanan kongre hararetli konuşmalara sahne oldu. Abdurrahman Bey de nutuk atanlar arasındaydı. Lakin konuşmalar rahatsızlık uyandırmıştı. Abdurrahman Bey’in bilmediği şey, siyasî iklimin değişmiş olduğuydu.

Üzerinden 10 gün geçmişti ki acı haber duyuldu: 25 Mayıs gecesi Beşiktaş’tan Nişantaşı’ndaki evine dönmekte olan Abdurrahman Bey’i kimliği belirsiz 3 şahıs tabancayla vurmuş ve kaldırıldığı Şişli Sıhhat Yurdu’nda Haziran’ın son günü hayata gözlerini yummuştu.
Bu sırada TCF’nin kapısına çoktan kilit vurulmuştu. Parti de susturulmuştu, Abdurrahman Bey de.
Ardından Rauf Bey soluğu Londra’da alacak, Karabekir Paşa ile idamdan kurtulan TCF mensupları evlerine kapatılacak ve Türkiye 2. Dünya Savaşı’nın bitimine kadar –İnönü’nün damadı Metin Toker’in deyişiyle- bir “mezar sessizliği”ne bürünecekti.
Can dostu Rauf Bey, Peşaver’deki ailesine yazdığı mektupta şunları söyleyebilmişti:
“İslam tarihinde Abdurrahman gibi büyük bir insan az bulunur. Abdurrahman sizin oğlunuz, ciğerpareniz. Onu hatırlayınca mutlu oluyorsunuz ama nasıl öldüğünü düşününce içinizin dert ve ıstırapla dolduğunu hissediyorum. Abdurrahman benim arkadaşım değil, aziz kardeşim, elim kolumdu. Bu ayrılık sizin ciğerinizi yaktığı kadar beni de bu acı ölünceye kadar kıvrandıracak. (…) Merhum, vatan ve millet hizmetinde gelecekte de çokça ümit vadediyordu.”
Ne yazık ki söndürülen son ümit, bağımsızlığımız uğrumuzda defalarca gazi olan ve Afgan elçiliğinden dönüşte İngilizlerin düzenlediği suikasttan kıl payı kurtulan Abdurrahman Bey olmayacaktı.
Cenazesi Maçka Mezarlığı'na defnedilen Abdurrahman Bey’i Pakistanlı kardeşlerimizin Keşmir uğruna yeni bir savaşın eşiğine geldiği şu hararetli günlerde hatırlamak ve ruhuna rahmet okumak boynumuzun borcu olmalıdır.
O Abdurrahman Bey ki Kabil'e büyükelçi olarak geldiğini duyan ailesi Peşaver'e dönmesi için mektup üstüne mektup yazdığı halde onlara “Vatanım işgal altında. Ben İngiliz işgali altındaki topraklara gitmem” cevabını vermiş, daha sonra yanına gelerek Peşaver'e dönmesi için yalvaran annesine ise “Anne, Anadolu işgal altındayken dönemem” demişti.
Allah ondan ve fedakâr arkadaşlarından razı olsun.