Her Damla, Bir Gelecek

Uhud Tekin
Uhud Tekin

“İnsan susuz en fazla üç gün yaşar.” Bu cümleyi duymuşsunuzdur. 

Ama o üçüncü gün bir anda gelmez. Önce kaynaklar kurur, sonra musluğun başında çaresizce beklenir. Birkaç saatliğine bile kesildiğinde ne kadar zorlandığımızı hatırlayın. İşte dünya nüfusunun yaklaşık yarısı şiddetli su kıtlığı içinde yaşıyor. UNICEF’e göre 739 milyon çocuk, neredeyse her üç çocuktan biri, temiz ve güvenli suya ulaşamadan büyüyor.

Peki, bu kıtlık nereden çıkıyor? Kuraklıktan mı, yağmurun azlığından mı? Hayır. En çok da bizden. Bizim hesapsız tüketimimizden, umursamaz büyüme hırsımızdan.

Türkiye’de kişi başına düşen yıllık kullanılabilir su miktarı 1970’lerde 4.000 metreküptü. Bugün 1.300 metreküpe kadar düştü. 1.000 metreküpün altı su fakiri sayılıyor. Ve biz o sınıra hızla yaklaşıyoruz. Şehirler büyüyor, barajlar yetmiyor, yeraltı suları çekiliyor.

Ama asıl büyük tüketici biz değiliz. Birey olarak musluğu kısıyoruz, bulaşığı dikkatle yıkıyoruz. Fakat bir sanayi tesisi tek günde bir kasabanın yıllık içme suyunu çekebiliyor. Su’dan daha önemli ne üretilebilir? Gömlek mi? Çorap mı?

Bir tişört üretmek için 2.700 litre su tüketildiğini biliyor muydunuz? Yıkama, boyama, terbiye işlemleri vesaire gibi tüm süreçlerden geçen o tişört bize tonlarca suya mal oluyor. 

Su kıtlığı yaşamadığı halde Avrupa ülkeleri çoğu tekstil fabrikasını yurt dışına bu yüzden taşıdı. O çok ünlü markaların etiketlerine bakın. Üretim yerleri Afganistan, Malezya, Vietnam… Ucuz işçilik, vergi avantajları falan deniyor ama asıl sebep çevresel…

Avrupalı suyunu tüketmek, toprağını tekstil boyasıyla kirletmek istemiyor.  

Türkiye’de önemli tekstil ülkeleri arasında. Bunu bir düşünün…

Tarımda hâlâ vahşi sulama yöntemleriyle su israf ediliyor. 

Üstelik çoğu zaman, kaçak tesisler, denetlenmeyen fabrikalar suyu adeta çalan kurumlar hâline geliyor.

Denetimlerin sıklaştırılması gerekiyor. Bursa, İzmir şimdi de İstanbul su krizi yaşıyor. Geçen hafta hemen herkesin evinde çamurlu su aktı. Bu, artık gerçekten bir şeyler yapmamız gerektiğinin işaretiydi. 

Bu hafta bir belgesel önereceğim. Kuraklığın hâkim olduğu Afrika’da suya dair neler yaşanıyor hep birlikte bakalım.

Belgesel Önerisi: Brave Blue World

Brave Blue World, su krizine felaket tellallığıyla değil, umutla yaklaşan bir belgesel. Afrika’nın kurak köylerinden Avrupa’nın arıtma sistemlerine kadar geniş bir coğrafyada, suya dair çözümler aranıyor.

Su arıtımı, yeniden kullanım, sızdırmazlık, şehir planlaması gibi teknik detayları sade bir dille aktarıyor. Diyor ki: Su, sorun değil. Sorun, suyu nasıl yönettiğimiz.

Suyun Kıyısında Durmak

Üç tarafımız denizlerle çevirili olduğu içindir mi bilmem, halkımızda suyumuz bol algısı var. Ama öyle değil. Ve her gün biraz daha yaklaşıyor uçurum. 800’den fazla çocuk her gün kirli su nedeniyle ölüyor. Bu bizim dünyamız. Bizim çocuklarımız.

Bugün birkaç milyon metreküp fazla tüketen bir fabrika, yarın bir göletin kurumasına neden olabilir.

Birkaç çiftçinin vahşi sulama yapması, bir köyün susuz kalmasına yol açabilir.

Ve biz hâlâ yalnızca bireysel tasarruf konuşuyoruz.

Hayır.

Artık su, sadece bir tasarruf meselesi değil.

Bir hak meselesi. Bir gelecek meselesi. Bir adalet meselesi.

“Her damla, bir gelecek.”

Ve bu kez mecaz değil…