Uyuyan Güzel masalına başka bir açıdan bakalım mı
Özel İçerik

İnternette dolaşan bilgilerde, üzerine yapılmış çözümlemelerde masalların aslında bildiğimiz yanlarından çok uzakta olduğunu görüyoruz sanırım son 10 yıldır. Her kültür aynı masalı bir şekilde kendine göre uyarlamış ve anlatıldıkça göz ardı edilen gerçeklerden uzaklara düşen büyülü anlatımlara dönüşmüş. Ve şimdi dönüşen dünyada ebeveynler artık çocuklarını bu masallarla büyütmemeye kararlı gibi. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ben küçükken bir şekilde bütün masalların sonu aynı yere varsa da, nedense en çok Uyuyan Güzel'i severdim. Bunun için bu konuda yazmak istediğimde başka açıdan bakmak istediğim masal üzerine çok düşünmeme gerek kalmadı. Başka açı diye söz ettiğim şey, aslında masalın orijinalinde nasıl anlatıldığı. Bugün masal anlatacağım. Geriye kalan çocuklara artık anlatılmaması konusu üzerine düşünmeyi sizlere bırakıyorum. Önce biraz masalın yazıldığı zamanlardan bahsedeyim size. Sonra da masalı orijinal haliyle ve kendi cümlelerimle anlatmak istiyorum. Biliyorum, bu masalın açısı bambaşka; ama biz yeniden okuduğumuzda bu kez başka kapılar aralanacak. Haftaya bir masal ile başlayalım. Ve bu kez bu masal çocuklar değil, bizler için…

Peki siz Uyuyan Güzel’e kaç başka açıdan baktınız?

Masallar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Uyuyan Güzel masalına başka bir açıdan bakalım

(Uyuyan Güzel - Edward Frederick Brewtnall)

UYUYAN GÜZEL İLK YAZILDIĞINDA

Uyuyan Güzel, hepimizin bildiği üzere 100 yıllık uykuya dalan bir güzel prensesin hikâyesini anlatan klasik bir Avrupa masalı! Bu masal, ilk kez Fransız yazar Charles Perrault tarafından 1697’de anlatılmaya başlanmış ve daha sonra 1812’de Alman Masal Derleyicisi Grimm Kardeşler onu yazıya dökmüş. Aslında masal yazıya dökülmeden önce İtalyan Şair Giambattista Basile onu, ‘Ay, Güneş ve Talia’ adıyla derlemiş. Basile’nin ölümünden sonra 1634’te yayımlanan kitabında yer almış bu şiir. Yüzyıllar öncesinde başlayan bu masal, ki belki bize ulaşandan öncesi de var, günümüze kadar değişe dönüşe ulaşmış. Ama bence hissiyatı da hep baki kalmış. Ya da masallar her adı geçtiğinde bize çocuk yaşımızı anımsatmış…

Masalın en eski versiyonlarında her masalda göze çarpan bir kötü üvey anne figürü dikkat çekiyor. Bu karakter, ilk kalem Perrault’un versiyonunda kötü kalpli bir periye dönüşüyor. Bu versiyonda, Prenses uyurken onu bulan ‘aşkın meyvelerini toplayan’, sonra da onu bırakıp giden bir prens de var. Ve zamanı gelince prenses uykusunda o aşkın meyvesini getiriyor dünyaya. Perrault, hikâyesine bir de prensesin üzerindeki laneti bozacak öpücüğü veren yakışıklı bir prens de ekliyor sonra…

Geçen yüzyıllarda masal anlatıla anlatıla zamana karışıp dönüşüyor…

Zaman içindeki dönüşümlerine şöyle bir göz atarsak; Çaykovski 1889’da bu masalı bale olarak besteledi. Walt Disney, 1959’da uzun metraj bir çizgi film çekti ve günümüze en yakını 2014’te de ‘Malefiz’ adı ile beyazperdede yer aldı…

Şimdi size masalın orijinalindeki halini - en azından en eski versiyonlarından biri diyelim - anlatacağım…

Uyuyan Güzel masalına başka bir açıdan bakalım

BİR VARMIŞ, BİR YOKMUŞ…

Bir varmış, bir yokmuş…

Zamanın bir yerinde bir ülkede bir kral ve kraliçe çok uzun zamandır çocuk sahibi olmak istiyormuş. Ne kadar isteseler de, çabalasalar da nafile, olmuyormuş. Kraliçe artık günden güne ışığını kaybeder olmuş. Bu istek içinde büyüdükçe onu daha da çok üzüyormuş. Günlerden bir gün kraliçe gözyaşlarının suya karıştığı bir banyo anında birden kovadaki sudan bir kurbağa fırlamış. Kraliçenin üzgün yüzü oracıkta donuvermiş. Kurbağa, kraliçeye şöyle demiş ve gitmiş:

“Üzülme, bir yıl içinde bir kız çocuğun olacak.”

Kraliçe şaşkın, ama üzüntüsünü de bir nebze ferahlatan bu anın üzerine çok düşünmemeye çalışmış. Ve evet, masal bu ya kral ve kraliçenin tam bir yıl sonra bir kızları olmuş. Tüm hamilelik süresince kral da, kraliçe de mutluluktan sarayın içinde uçarak gezmişler adeta. Ve kızları dünyaya geldiğinde kral, dünyanın en güzel kız bebeği olduğunu bildiği prensesi için bir kutlama yemeği vermiş. Ülkesinde herkesin saygı duyduğu 13 bilge kadın varmış ve kral, bu yemeği en çok onların kızına hediye edeceği özellikler için veriyormuş.

Sarayda altından yapılmış özel 12 tabak varmış. Masaya onlar yerleştirilmiş; ama bir bilge kadına bu durumda altın tabak yetişmiyormuş. Ve onun için tabak sayısı kadar bilge kadın davet edilmiş. Ancak kralın, davet edilmeyen misafirin yapacaklarından haberi bile yokmuş…

Yemek daveti gelip çatmış. Yemek sırasında davetli 12 kadından 11’i, bebek prensese güzellik, zekâ, iyi niyet, bilgelik gibi güzel özellikler sunmuşlar. Sıra tam on ikinci kadına geldiğinde davet edilmeyen on üçüncü kadın çıkmış ortaya. Öylesine sinirliymiş ki, sözcükler gıcırdayan dişleri arasından kıskançlık temalı dökülebiliyormuş. Ve şunları söyleyebilmiş:

“Bu kız, 16’sına geldiğinde eline bir makara iğnesi batacak ve oracıkta can verecek.”

Kral da, kraliçe de dehşet içinde olanları izlerken henüz hediyesini sunmayan on ikinci kadın konuşmaya başlamış:

“Ben henüz hediyemi sunmadım. Belki bu kıskanç kadının büyüsünü bozamam; ama yumuşatmak isterim. Bu güzel kız 16’sına geldiğinde ölmeyecek. Onun yerine eline batan o iğne ile 100 yıllık bir derin uykuya dalacak…”

Her ne kadar kral ve kraliçenin yüreğine bir su serpilse de, bu kadar zor kavuştukları kızlarından erkenden ayrılacak olmanın acısına da uzak kalamamışlar. Kral, yapacak bir şey bulamayınca ülkedeki bütün iğnelerin ve iğne gibi batacak şeylerin toplatılıp yakılmasını emretmiş. Ardından yıllar geçmiş. Kral ve kraliçe sarayın bahçesinde şen şakrak büyüyen dünyalar güzeli kızlarını izlemeye doyamamışlar…

Ve 16 yıl akmış gitmiş…

Uyuyan Güzel masalına başka bir açıdan bakalım

O yıl kralın bir sefere çıkması gerekiyormuş. Kızını sarayda bırakamayacağı için güvenlikli bir kaleye kapatmış onu. Kraliçe yine gözleri yaşlı; ama dayanmak zorunda. Bütün önlemlerini sağladıktan sonra yola koyulmuş kral. Bahçesinde koşmaya alıştığı saraya hapsolan güzel prenses, kaleyi oda oda gezmeye başlamış ve sonunda o odaya gelmiş. İçeride elinde iğne dikiş yapan bir yaşlı kadın varmış. Ve kaçınılmaz son olarak o iğne sonunda prensesin eline batmış ve prenses derin bir uykuya dalmış…

Onunla birlikte bütün kale ve etrafındaki her şey de bir uykuya dalmış. Sarmaşıkların çiçekleri sönmüş. Hiçbir canlı kalmamış ya da cansız; hepsi uyumuş. Rüzgâr bile esmez olmuş. Kral seferden döndüğünde ne olduğunu anlayamadan o da uyuyakalmış. Orada, uzakta bir kale varmış ve oraya artık varılmaz olmuş…

Etrafta uyumayan tek şey, kaleyi çevreleyen dikenli sarmaşıklarmış. Zaman içinde o kadar arsız büyümüş ki, uzaktan bakanlar artık kaleyi göremez olmuşlar ve bu kale, dilden dile anlatılan bir efsaneye dönüşmüş. Herkes prensesi konuşuyormuş. Zamanla bu konuşma civardaki prenslerin kulağına kadar ulaşmış ve kahraman olmak isteyen bu prensler, prensesi kurtarmanın peşine düşmüşler. Nice prensler, bu uğurda can vermiş…

Ve nihayet aradan 100 yıl geçmiş…

Zamanın dolduğunun kimse farkında değil. Efsanenin belki de bin yıl öncesine dayandığını düşünecek kadar çok konuşmuşlar çünkü. Nihayet gün o şanslı prensin günüymüş. Oraya daha önce hiçbir prensin ulaşamadığını bilen prens, kendisinde gördüğü güçle yola koyulmuş. Prens kalenin kapısına vardığında sarmaşıklar birden çiçeğe dönmüş. Artık prensesin uyanma vakti geldiğinden her şey yavaş yavaş uyanmaya başlamış. Prens, kalenin bütün odalarını dolaşıp prensese ulaşmış ve onu görür görmez aşık olmuş. Onu öpmüş ve uyandırmış. Prenses, akşam yattığı uykusundan uyanır gibi taze uyanmış.

Ve sonsuza dek mutlu yaşamışlar…

*

Instagram: biyografivekitap