Sabahın ilk saatlerinde ya da günün herhangi bir anında Ensonhaber’i ziyaret ederek bizlerle bu köşede buluşan herkese selamlar…
Kısa süre içerisinde çok güzel dev bir aile olduk…
Göreceksiniz bu köşede hep birlikte çok güzel işler başarmaya, vicdanların sesi olmaya devam edeceğiz…
Yeri geldiğinde eleştireceğiz, dövmeden.
Yeri geldiğinde karşı çıkacağız, bağırmadan.
Yeri geldiğinde destekleyeceğiz, hesap kitap yapmadan…
Bu köşeyi değerli kılan siz okuyucularımızın beklentilerini, taleplerini duyurmaya devam edeceğiz.
İşte o konulardan bir tanesi…
Hayat bu…
Mutluluklar da var hüzünler de.
Sağlık da var hastalık da…
Evlerden ırak…
Hiç ummadığımız bir anda çok sevdiğimiz bir yakınımıza, dostumuza kanser teşhisi konulabiliyor. Ve bu insanlar için hayatlarında hiç de kolay olmayan bir süreç başlıyor.
Hem beden sağlığı, hem mental sağlık açısından oldukça yıpratıcı bir sürecin içerisine giren bu insanların çok büyük bir kısmı, tedavileri için ihtiyaç duydukları kanser ilaçlarına ulaşabilecek maddi güçte değiller.
Çünkü devlet tıbbı onkolojide akıllı ilaçların ücretlerini karşılamıyor.
Yani SGK bu ilaçları ödemiyor.
Peki bu insanlar ne yapıyor?
İşte asıl dikkat çekmek istediğim mesele de bu.
Hastalıkla mücadele eden insanların aileleri, hekimin onlara tedavi yöntemi olarak sunduğu bu ilaçları satın almak için yollar aramaya başlıyorlar.
Kimisi danasını satıyor, kimisi evini satıyor, kimisi borç harç bu paraları buluyor…
Süreç devam ediyor…
Binbir zorlukla tedavide kullanılacak akıllı ilaçları temin eden ailelere bazı avukatlar ulaşıyor!
Hasta yakınlarına SGK’ya dava açmalarını, ilaç ücretlerini SGK’dan dava ile geri alabileceklerini söylüyorlar.
Peki avukatlar aileleri dolandırıyor mu? Yalan mı söylüyorlar?
İşin en trajik yanı da burası. Hayır…
Avukatlar doğru söylüyor. Aileler SGK’ya dava açtıklarında bu mahkemeleri kazanıyorlar.
Çünkü mahkeme “Yaşama hakkı kutsaldır, devlet bu hakkı vatandaşlarına sağlamakla yükümlüdür” diyerek kanser ilaçlarının parasını SGK’ya ödettiriyor.
Şimdi kafası karışanlar için olayı özetliyorum…
Kanser hastasına doktor, akıllı ilaç tedavisi uygulamak istiyor.
Akıllı ilaçlar pahalı. Kanser hastalarının yakınları bu ilacı devlet karşılasın istiyor, ancak devlet de bu ilaçları karşılamıyor.
Hasta yakınları bir şekilde ilaçların parasını temin ediyor.
Avukatlar, akıllı ilacı kendi imkanlarıyla temin eden ailelere ulaşarak SGK’yı yani devleti mahkemeye vermeyi teklif ediyor.
Mahkeme sonucunda da aileler bu parayı devletten geri alabiliyorlar.
Zaten ciddi bir sağlık sorunu ile uğraşan hastanın yaşadıkları…
Hasta yakınının yaşadığı stres…
Bunların üstüne bir de maddi sıkıntılarla birlikte mahkeme süreçleri…
Buradan kazançlı çıkansa sadece avukatlar…
Peki SGK bu parayı en başından ödeseydi de hem hasta ve yakınları için zor olan süreç daha da zorlaşmasaydı hem de aradan haksız kazanç sağlayan kimilerine gün doğmasaydı…
Yazının başında ne demiştik: Biz toplumun vicdanının sesi olacağız.
Toplum vicdanı bu akıl dışı düzeni kabul etmiyor.
Lütfen daha fazla insanın canıyla, sağlığı ile oynanmadan, insan hayatı fırsatçıların alanı olmadan bu duruma el atılsın…
İki Düşün Sonra Dur Bir Daha Düşün
Güzel bir söz vardır: Söz uçar yazı kalır.
Şimdi biraz güncellemek gerek bu sözü.
Söz uçar, dijital ayak izi kalır.
Ne demek istediğimi biraz açayım.
Birçoğumuz gün içerisinde sosyal medya hesaplarımızı birden çok kez ziyaret ediyoruz.
Özellikle toplumsal bir süreç yaşanıyor ya da hassas bir durum söz konusuysa olayı yakından takip etmek adına sosyal medyaya daha fazla giriyoruz.
Gördüğümüz bir yoruma, habere, fotoğrafa bir anda nabzımız yükselebiliyor.
Öfkelenebiliyoruz ya da mutlu olabiliyoruz.
Mantık devre dışı kalıyor, duygular bizi ele geçiriyor.
İş o zaman ömür boyu bizimle beraber olacak şeyler paylaşabiliyoruz.
Bunu bazen gerçekten öfkemize yenik düşerek yapıyoruz bazen de 3-5 RT alacam, FAV alacam, takdir göreceğim şehvetiyle…
Hangi duygumuz bizi ele geçirirse geçirsin kurşun misali o mermi namluyu terk ettiği an geri dönüşü yok.
Ne yazık ki çok fazla şahit oluyoruz böyle durumlara.
Bir anlık hevesiniz aklınızı mağlup ediyor ve sonuçları…
Özür açıklamaları mı dersiniz, telefonla arayarak dilenen aflar mı dersiniz, ben atmadım danışmanım attı yalanları mı dersiniz…
Bir anlık duygu esareti ve ömür boyu karşınıza çıkacak dijital ayak izi…
Değmez.
Pişman olmamak için taktik net:
İki düşün sonra bir dur bir daha düşün sonra mümkünse danış öyle adım at!
Yazının bu kısmını bitirmeden ufak bir uyarı daha yapmakta fayda görüyorum.
Dijitaldeki tek tehlike yaptığınız paylaşımlarda da değil…
Özellikle X platformunda sanırım adıyla şanıyla var olan hesaplardan daha çok bir rumuzun ardına saklanmış, kendisine fake bir profil resmi seçmiş ne idüğü, kim olduğu belli olmayan hesap vardır.
Aman dikkat diyeyim.
Bu hesapların hepsi çok profesyonelce yönetiliyor.
En sağcısı da bu hesaplar, en solcusu da…
En Atatürkçüsü de bu hesaplar en anti Kemalisti de
En Galatasaraylısı da bu hesaplar en Fenerbahçelisi de…
Yani etkileşim almak, sizden görünmek, sizi etki alanına çekmek için binbir şekle bürünüyorlar.
Amaçları ne?
Her şey olabilir!
İstihbarat operasyonu da olabilir, etik olmayan yollardan pazarlama faaliyetleri de.
Siyasi amaçları da olabilir, içeriden üç beş çakal da…
O yüzden etmeyin!
Adını vermeyen, fotoğrafını koymayan, kimliğini saklayan hesapları takibe almayın…
Neydi bizim taktik?
İki düşün sonra bir daha düşün sonra mümkünse danış öyle adım at.
Bu post paylaşmak için de geçerli takip ettiğiniz hesapları belirlerken de…
Sürdürülemez Medya Düzeni
Geçtiğimiz akşam yoğun bir günü atlatmış olmanın huzuruyla eve geldim.
Tarçınlı yeşil çayımı demledim ve TV karşısına geçtim.
Kanalları zapping yapıp Apple TV’ye geçiş yapacak oynatma listemdeki filmlerden birini seçecektim.
TV100’de takıldım.
Okan Bayülgen’in programı vardı.
İlber Ortaylı’nın daimi konuk olduğu programın misafirlerinden birisi de Nevşin Mengü’ydü.
İlgimi çekti.
Zira Nevşin’i sanırım yıllar sonra ilk kez TV’de NOW dışında bir kanalda izliyordum.
YouTube’da ve dijital mecralarında harika işlere imza atan Nevşin, reytingi de hiç fena olmamasına rağmen uzun zamandır NOW dışında herhangi bir TV kanalında görünmüyordu.
Sebebi?
Evet lafı dolandırmaya gerek yok. Nevşin’e karşı adı konulmamış bir ambargo var.
Ben bunu bu köşeden yazmayınca alem bilmiyor mu sanki?
Bu ambargonun aslında ana sebebi de kanal yöneticilerinin idare-i maslahatçı üsluplarıdır.
Aman ağzımızın tadı bozulmasın, aman patronajdan uyarı yemeyelim ürkekliği ile kanal yöneten birçok isim konfor alanında kalıyor, reyting getirisini bilse dahi risk almadan yayın akışlarına devam ediyor.
Hal böyle olunca da iki elin parmağını geçmeyecek sayıdaki konuşan kafa 5-6 tane TV kanalında dönüp duruyor.
YouTube’un, Instagram’ın, podcastlerin artık TV programlarıyla yarıştığı bir ortamda sadece konvansiyonel medyayı kontrol ettiğini düşünerek, görülmez bir ambargo uygulayarak bu isimlerin hiç birine zarar vermiyorsunuz. Aksine hem güçlendiriyor hem de kendinize zarar veriyorsunuz.
Herkesin fikrine katılmak zorunda değiliz, eleştirmek hakkımız.
Herkesin söz söyleme tarzını beğenmek zorunda değiliz, takip etmemek özgürlüğümüz.
Herkesin tavrını takdir etmek zorunda değiliz, adaletli ve saygılı olmak sorumluluğumuz.
Ancak bunun kararını halk vermeli, izleyici vermeli.
Gazeteciyi şah da yapacak mat da yapacak kitlesidir…
Tabii burada sözüm aynı zamanda kanal yöneticilerine ve hatta patronaja.
Konfor alanınızdan çıkmadığınız sürece, yayıncılık değil, gazetecilik yapmadığınız sürece eriyerek yok olmanızın önüne geçemezsiniz.
Risk alan, televizyonculuğun gereklerini yerine getirme gayreti içinde olan başta TV100 yönetimini, Deniz Gürel’i Okan Bayülgen’i tebrik ediyorum.