Bir çocuk öyküsüyle 15 Temmuz’u anlatmak
Bir yazar, çocuk gözünden 15 Temmuz'u nasıl yazardı?
Bu duygularla "Şeyma’nın Kahramanı" çocuk öyküsünü, 15 Temmuz 2016’daki darbe girişimi sırasında ülkesini, bayrağını ve demokrasisini savunmak için şehit ve gazi olan tüm kahramanlarımızın anısını yaşatmak üzere 2018'de kaleme aldım.
Çocuk öyküsünü, 15 Temmuz'un yaklaşmasıyla birlikte ilk kez Ensonhaber okurları ile paylaşmak istedim.
Bu hikayede yer alan olay ve kişilerin gerçek hayatta yaşananlardan kurgu yapılarak öyküleştirildiğini belirtmek isterim.
“Şeyma’nın Kahramanı” isimli bu çocuk öyküsü, babasını kaybeden bir kız çocuğunun gözüyle kurgulandı. Hikâyede 15 Temmuz gecesi ve sonrasında yaşananlarla, şehit yakınlarının neler hissedilebileceği anlatılmaya çalışılıyor.
Bu vesile ile 15 Temmuz 2016’daki hain darbe girişimi sırasında şehit ve gazi olan tüm kahramanlarımızın anısı yad ediyor, yakınlarının yaşadıklarını da minnet duygusu ile anıyorum…

Karacı Ailesi’nin Ak Hayatı
Şeyma, anne ve babası, birlikte İstanbul’un Fatih ilçesindeki Yenikapı semtindeki küçük ve sıcak yuvalarında mutlu mesut yaşıyorlardı.
Evlerinin bulunduğu Yenikapı, İstanbul’un merkezinde bir bölgeydi. Burası eskiden Şeyma’nın dedeleri yerleştiğinde kente ilk gelenlerin buluştuğu sıcak bir semtti. İstanbul’un ekonomisi geliştikçe, eski semtler ticaret merkezi haline gelmeye başladıkça, burası da şirin halini yitirmeye, ilk yerleşenlerin terk ettiği bir yıkıntı olmaya başladı. Şeyma’nın çocuk gözüyle yine de parke taşlı yolları, bahçeleri içinde ahşap binaları, köşe başındaki bakkalları ve akmasa da beyaz mermerden büyük çeşmeleri ile bulunmaz bir oyun sahasıydı.
Şeyma 6 yaşındaydı. Babası Ahmet, uzakta bir şirkette muhasebecilik yapıyordu. Annesi Zeynep ise ev hanımıydı. Şeyma güzelliğini annesinden almıştı. Elma elma yanakları, çakmak çakmak gözleri, mini minnacık bir burnu, sanki kendinden gülümser gibi duran minnacık dudakları vardı. Karacı ailesi kıt kanaat geçinen, maddiyatta gözü olmayan ahlaki değerlere, insanlık ilişkilerine değer veren bir aileydi. Şeyma, Karacı ailesinin tek kızıydı. Anne-babası kendisi ilkokula başlama çağına geldiğinde bir kardeşi daha olsun istiyorlardı. Şeyma abla olacaktı. Bunun hayalini çok kurmuştu. Ama önce okumalıydı, eğitimini tamamlamalıydı. Karacı ailesi için en büyük görev de buydu. Dillerinde hep “vatana millete hayırlı bir evlat yetiştirmek” sözleri dolaşıyordu. Şeyma bunun önemini kavramıştı. Mutlaka okuyacak ve ailesinin gurur kaynağı olacaktı.
Şeyma’nın anne ve babası aynı yaştaydı. Komşu çocuklarıydı. Birbirlerini burada tanımış ve severek evlenmişlerdi. Şeyma annesine babası ile nasıl tanıştıklarını, nasıl evlenmeye karar verdiklerini sormaya bayılırdı. Çünkü bu hikâyeyi anlatırken annesinin gözlerinin nasıl parıldadığını biliyordu, her seferinde görmüştü.
Şeymaların evinde hep bir huzur ve tatlı bir neşe hâkimdi. Bu mutluluk Şeyma’ya da yansırdı. Aslında zaten neşeli bir çocuktu. Genellikle oyunlar oynar, oyuncaklarından sıkılsa evdeki küçük eşyalardan kendisine bir dünya kurar ve vaktini hep güzel geçirirdi. Uykusu geldiğinde kendi yatağına gitmek yerine, salondaki televizyonun karşısındaki büyük koltuğa uzanır ve orada ışık açıkken, televizyondan sesler gelirken, annesi ve babasının sohbet seslerinin arasında uykuya dalmaya bayılırdı. Buna her seferinde kızan annesinin sesini duymamış gibi yapmayı da bir çeşit oyun haline getirmişti. Sonra her zaman olduğu gibi babası gelip, onu incitmemeye özen göstererek, dikkatlice kucağına alır, odasına götürür, yatağına yatırır, üstüne battaniyesine örter ve en son da mutlaka saçını gözünün önünden çekerek, yumuşacık okşardı. Şeyma, babasının saçını okşamasından çok hoşlanırdı. O an hastaysa ve ateşi varsa ateşi düşecekmiş gibi ağrısı varsa dinecekmiş gibi gelindi. İçine koskocaman bir güven duygusu dolardı. Bu duygu onun adeta hayat enerjisi verirdi. O anda masallarda duyduğu ağzından alevler fışkıran bir ejderha ile bile savaşacak gücü olabilirdi. Sonra da mışıl mışıl uykuya dalardı.
Bir Tatlı Tatil Telaşı
O akşamüstü de her zamanki gibi evlerinde bir tatlı telaş vardı. Küçük Şeyma’nın kendisi gibi küçük mavi gözlerinin içinden etrafa kocaman sevinç pırıltıları saçılıyordu. İçi içine sığmıyordu. Babasının yeni aldığı pembe elbisenin içinde kendisini çok mutlu hissediyordu. Annesi Zeynep, mutfakta yemek pişiriyordu. Babası o gün işyerinden tatil iznine ayrılmıştı. İki gün sonra birlikte Marmara Denizi’ndeki o güzel adaya tatile gideceklerdi. Geçen sene kaldıkları aynı pansiyonda kalacaklardı. Bütün bir kış bu tatilin hayalini kurmuşlardı. Hangi saatte kalkıp, hangi saatte kahvaltı edeceklerine, hangi kıyılardan denize gireceklerine, ne yiyip ne içeceklerine kadar bıkmadan usanmadan tekrar tekrar konuşmuşlardı.
Şeyma her akşam bir külah dondurma yemek istiyordu ama mutlaka geçen seneki gibi limandaki o aynı dükkândan. Onun dondurması bir kere tüm dükkânlarınkinden daha güzeldi. Bir de dükkân ortasından ikiye ayrılmış, içindeki dondurma satıcıları aynı futbol takımı gibi bir örnek giyinmiş, birbirlerinin müşterisini çalmak için durmadan şakalar yapıyorlardı. Aslında iki tarafın da dondurması aynıydı. Babası hak geçmesin diye bir gece bir taraftan, diğer gece diğer taraftan dondurma almaya özen gösterirdi. Dondurmacıya doğru ilerlerken hangi taraftan alacakları konuşmak bile Şeyma için keyifli bir oyun sayılırdı.
Biliyor musunuz valizlerini bile günler önceden hazırlamışlardı. Oya Halası'nın doğum gününde kendisine hediye ettiği sarı şort ve beyaz bluzu özenle katlayıp, kendi elleri ile yerleştirmişti valizine. Onlara uygun tokaları, çorapları her şeyi ama her şeyi çoktan hazırdı.
Geçen seneden en çok da babasının kucağında denize girdiği anların özlemini çekiyordu. Sular üzerlerine gelirken, birlikte ıslanmaktan kaçacak, ıslandıkça ürperip çığlıklar atacak ve yine birlikte kahkahalara boğulacaklardı. Anneannesi boşuna tembih etmiyordu “aman bu arada çok dikkat edip” hiç hasta olmamalıydı.
Söz vermişti annesine, tatildeyken o da kendisine yardım edecekti. Anne ve babasının sözünden hiç çıkmayacaktı. Zaten hiçbir zaman çıkmazdı ki. Hiç annenin babanın sözünden çıkılabilir miydi? O yaramaz bir çocuk değildi ki… Şeyma babasına bir kez daha “Tatile gitmeden önce kaç kere daha uyuyup uyanacağız?” diye sordu. Babası parmağı ile işaret edip “iki kere daha” dedi. Sonra tekrarladı: “Benim güzel kızım, iki kere daha.”
“Babaaa…” diye seslendi Şeyma. Bir eliyle de babasının çenesini tutup söyleyeceklerini dinlesin diye başını kendi yüzüne doğru çevirdi. Önemli bir şey söyleyecekti. Konuştukları anlaşılsın istiyordu. “Biliyor musun? Ben tatilleri çok seviyorum.” dedi. Babası da ona “Tabii tatil hiç sevilmez mi güzel kızım.” diye cevap verdi. “En çok da neden seviyorum babacığım biliyor musun?” diye sordu Şeyma. Babası merakla ona baktı ve “Neden yavrum?” dedi. Şeyma “O zaman sen hep yanımda oluyorsun da ondan.” deyiverince gülümsedi genç adam. Keyiflenmişti. “Çocuğu olmak böyle güzel bir duygu.” diye geçirdi içinden ve hemen yüreğinden olmayıp da isteyenlere Allah’tan çocuk vermesini dilemek geçti. Ardından da esmer yüzünde, kara kaşlarının altındaki gözleri bir an uzaklara daldı. Ve derin bir iç çekti. “Bu halimize şükür etmeliyiz. Çünkü babasız çocuklar var, hiç birbirini tanımadan kaybetmiş olanlar var.” diye geçirdi aklından. O an bu konuyu kızına daha sonra, doğru bir zamanda iyice bir anlatmak gerektiğine karar vermişti.
Tabii Şeyma çocuk gözünden sadece babasının kendisine gülümsediği anı fark edebilmişti. Onun için babasının gülüşü aniden evin her köşesine sıcacık yayıldı.
Annesi o anda mutfaktan kendilerine doğru seslendi, “Hadi yemek hazır sayılır, kuralım soframızı…” Annesinin sesi ile birlikte içeriye mis gibi yemek kokuları da yayılmıştı. Şeyma akıllı bir kızdı. “Sofrayı kurmak” onun için çok anlamlıydı. Birlikte yan yana oturmak… Ekmeği bölüşmek... Yemek yerken konuşmak… Hepsinin yeri çok ayrı ve hepsi anlamlıydı.
Televizyondaki Haberler Heyecanlandırdı
Onlar yemeklerine başladıklarında televizyondan gelen haberlerle dışarıda olağanüstü bir hareketlenme olduğunun izlenimini aldılar. Bir gariplik vardı. Haberlerde askerler darbe yapmışlar gibi anlatılıyordu. Ama ülkede darbe gerektirecek hiçbir neden yoktu. Zaten her kanal olayı başka türlü veriyordu.
Birden bire evdeki huzur yerini huzursuzluğa bıraktı.
Şeyma hiçbir şey anlamamıştı. Anne ve babası yemek sofrasından kalktı. Babası eline televizyon kumandasını aldı ve bir taraftan “Bu işin aslı ne?” diye söylenerek tüm kanallarda gezinmeye başladı.
Bu arada evin telefonu acı acı çaldı. Babası hemen koşup telefonu açtı. Arayan Şeyma’nın küçük amcası İbrahim’di. Babası telefondaki kardeşine “Tamam İbrahim, haklısın. Dediğin gibi olaya tam vakıf olalım, gereğini yaparız. Birlikte hareket edelim.” dedi.
Şeyma’nın annesi bu konuşma üzerine telaşlandı. Ahmet’ini tanırdı. O dediyse, mutlaka gereğini yapardı. Kimse bunu engelleyemezdi. Birden aklına kötü şeyler geldi. Elini kalbinin üzerine götürdü. Endişeden yüzü bembeyaz olmuştu.
Babası eşinin kalbinin üzerinde tuttuğu elini yumuşacık kavradı. “Zeynep, kendine gel lütfen, hele ne olduğunu bir öğrenelim bakalım, sonra telaşlanırız.” dedi.
Cumhurbaşkanı, Halkı Sokağa Çağırıyor
Sağdan soldan gelen haberler, televizyondaki görüntüler ülkenin karanlığa doğru gittiğini gösteren adeta korku filmleri gibiydi. Sonra beklenen oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ekranda belirdi. “Bu bir kalkışmadır. Halkım sokağa çıkın ve önleyin.” diyerek halkı sokağa çağırdı.
Ahmet için burası artık sözün bittiği yerdi. Aceleyle giyindi. Kardeşi İbrahim’i aradı. “Hayır babam gelmesin, ikimiz buluşalım. O evde ailenin başında kalsın.” dedi. Cep telefonunu cebine koydu. Eşi Zeynep’e doğru yürüdü. “Hanım ben gidiyorum. Biz burada Şehzadebaşı’nda belediye binasındaki gruba katılacağız. Merak etme evvelallah dönerim. Bak telefonum yanımda. Şeyma sana emanet. Uyku saatinde uyut. Sen de bir şey olursa babamlara haber ver.” dedi. Önce karısını, sonra Şeyma’yı öptü.
Erken Dön Baba
Şeyma için o an zaman durdu. Dünya durdu. Ne tatil, ne deniz, ne de dondurma… Bunların hepsi önemini yitirdi. Babası bir yere gidiyordu. Savaş gibi bir yere. Savaş evlerine çok yakın bir yerde yaşanıyordu, üstelik. Amcası İbrahim de beraber gidiyordu. Şeyma için gitmeseler daha iyiydi.
Babasına sarıldı. Önce mızmızlandı. Sonra babasına güç vermesi gerektiğini düşündü ve sadece “Erken dön baba.” diyebildi.
Babası o kadar telaşlıydı ki Şeyma’nın saçını okşamadan evden çıkıp gitti.
Annesi ile birlikte hemen pencereye doğru koşup, babasının arkasından camdan baktılar.
Anneannesi daha önce annesine söylerken duymuştu. Gidenin arkasından bakmak çok önemliymiş. Onu sevdiğini önemsediğini gösterirmiş. Bunu anlatırken, “Evin ne kadar dağınık olursa olsun, arkadan bakmak o evi toparlar.” dediğini hatırladı. Babası köşeden kaybolmadan önce onlara doğru baktı ve gülümseyerek el salladı. Gittiği yere bile isteye gittiği her halinden belli idi. Şeyma da annesi de ona gülümseyerek el salladı.
Baban Daha Dönmedi
Babası gittikten sonra Şeyma’nın hiç uykusu gelmedi. Bu gece yaşananlar hiç alışık oldukları şeylerden değildi. Annesi evin içinde ruh gibi bir o yana bir bu yana amaçsızca dolaşıyordu.
Birden bire gökyüzünde alçaktan uçan uçakların gürültüsünü duydular. Bu çok rahatsız edici bir duyguydu. Bunu yapanlar ülkenin dostu olamazdı. İyi bir şey yapıyor olamazlardı. Gürültüler durmak bitmiyordu. Bu yaşanan şey her ne ise çok uzamıştı. Sanki kendilerini korkutmak isteyen bir canavar gibi üstlerinde uçan uçakların vızıltısı nerede ise kulakları deliyordu. Hiçbir dost insanları bu kadar korkutamaya kıyamazdı. Bunlar dost değildi.
Bu ne karanlık bu ne uğursuz bir geceydi böyle.
Sonra bu karanlığın ortasında daha önce hiç olmayan bir şey oldu. Camilerin minarelerinden selâlar okunmaya başladı. Biri başlayıp, biri bitiyordu. Durmadan, durmadan. Annesine sordu. Annesi de durumu, “Savaşlarda kayıplar verildiğinde ve savaşanlara güç olsun diye okunuyor yavrum bu selâlar bizi koruyacak.” diye açıkladı.
Annesi sonra telefonla birileri ile konuştu. Ama "Ahmet arar" diye telefonu çok meşgul etmek istemiyordu. Acaba o mu arasındı ama ya uygunsuz bir anda arar da Ahmet’in başını belaya koysaydı. Annesi bu duygular içindeyken Şeyma’nın kendisine korkarak baktığını fark etti. Şeyma daha fazla korkmasın diye “Hadi seni uyutalım kuzum, vakit çok geç oldu.” dedi.
Şeyma annesinin elini sıkıca tuttu. “Babam daha dönmedi anne.” dedi. Annesi onu anlıyordu. Ve hak veriyordu. Bu yüzden yatma konusunda ısrarcı olmadı.
Şeyma’nın çocuk bedeni, bu koşuşturmalar ve endişeler içerisinde daha fazla dayanamadı ve uykuya daldı.
Baban Şehit Oldu Kızım
Şeyma sabah uyandığında kendi yatağında yatıyordu. Daha çok erkendi. Hemen kalktı ve annelerinin yatak odasına doğru koştu. Babası artık gelmiş olmalıydı. Baktı yatak bozulmamıştı. Ne annesi ne de babası odada yoktu. Salona doğru koştu. Salonda annesi, anneannesi, iki dedesi ve İbrahim amcası başları önlerine düşmüş bitkin bir şekilde oturuyorlardı. Babası aralarında yoktu. Onlara soracaktı ama yüzüne bakmıyorlardı.
Mutfağa koştu, tuvaletin kapısını tıklattı. Evin girişine koştu, gözü babasının ayakkabılarını aradı. Yoktu. Babası yoktu. Sonra hızla İbrahim amcasının önüne gitti. Elleri ile dizlerini tuttu ve “Babam seninle değil miydi, nerede kaldı?” diye sordu. Amcasının önce yüzü kızardı, sonra dudakları birbirine kenetlendi, aniden gözlerinden yaşlar süzüldü. Şeyma’yı kollarından tuttu. Kucağına oturttu. Sıkıca sarıldı. “Baban şehit oldu kuzum.” dedi. Amcasının ağzından çıkan sözler evdekilerin hepsini kahretti ve hep beraber ağlamalarına sebep oldu.
Şeyma’nın boğazına bir düğüm atılmış gibi oldu. Karnına ağrı saplandı. Gözlerinden sicim gibi yaşlar aktı. Hiçbirine hâkim olamıyordu. Sonra aniden sustu. Gözünün yaşını sildi. Ve içini çeke çeke o an aklına geleni söyledi: “O zaman neden ağlıyorsun ki amca? Babam şehitliğin çok şerefli bir şey olduğunu söylemişti bana. Keşke ben de şehit olsam demişti. Eee o zaman istediği olmuş.” deyiverdi.
Odada bulunanlar o ana kadar girdikleri kasvetten Şeyma’nın metaneti ve sözleri ile uyandı. Ama Şeyma’nın çocuk kalbinde esen ılık rüzgârları bilemediler. Çünkü aslında Şeyma babasının ardından üzülen ailesinin daha fazla üzülmesini önlemek istemişti. Çünkü babasının kimseyi üzmek istemediğini çok iyi bilirdi. Onlar üzülse babası rahat edemezdi ki.
Bir baba ölmüş olabilirdi. Bir daha gelemeyecek olabilirdi. Bir daha onu göremeyecek olabilirdi. Bir daha yaşayamayacak olabilirdi. Ama bir baba hiçbir zaman yok olamazdı. O baba Şeyma’yı dünyaya getirmiş, büyütmüştü. Artık Şeyma’nın tüm hayatında aklında, kalbinde var olarak yaşayacaktı. Evet özleyecekti. Her geçen gün daha fazla özleyecekti. Evet arayacaktı. Her geçen gün daha fazla arayacaktı. Ama Şeyma, hayatını babası varmış gibi yaşayacaktı. Onu seven kalbini hep hissedecekti. Onun istediği gibi eğitim görecek ve ilkeli, erdemli, dürüst bir kız çocuğu olacaktı.
Şeyma’nın annesi Zeynep, Şeyma’nın serinkanlılığından ders almak, metin olmak ve eşine karşı son görevini layığı ile yerine getirmek istiyordu. Elinde artık onun için yapabileceği son şeyler vardı. Hakkını vermeli, Ahmet’ine layık olmalıydı. Elinden başka bir şey gelmiyordu. Çaresizdi. İçindeki sızı sadece kocasını kaybetmenin acısı değildi. Ölümünün hainlerin elinden geldiği için de üzülüyordu. Üzülmüyordu, kahroluyordu. Böyle olmamalıydı. Onlara ömrünü adamış, hayat dolu bir insan böyle ölmemeliydi. Sonra kızlarını tek başına nasıl büyütecekti?
Ahmet’in babası Zeynep’in üzüntüsünü anlamıştı. “Kızım” dedi. “Oğlum Ahmet, herhangi bir kazada kurban gitmedi. Ahmet vatanına kendisini siper etti. Şeyma ve bütün çocukların geleceği için şehit oldu. Kendini bu kadar kapıp koy verme. Biz senin aileniz. Devlet baba da her adımımızda bizim yanımızda olacak. Endişelerinden sıyrıl.”
Babam Ertesi Gün de Yoktu
Sabahın ilk ışıkları ile birlikte haberi duyanlar Şeymaların evine akın etmişti. Oturacak yer yoktu.
Bütün gözler nedense Şeyma’nın üzerindeydi. Herkes onun babasız kalmasına derinden üzülüyordu.
Babası iyi bir insandı. Haberi duyan sevenleri çok sarsılmıştı. Hatırası o kadar değerli idi ki buna saygıdan çok ağlanamıyordu. Ama şoktalardı. Gelen insanlarla birlikte olmanın kıymeti ile onu hep iyi yad ettiler.
Şeyma için babası artık yoktu. Baba acısı çok başka idi. Şeyma kendisini artık çok yalnız hissediyordu. Onun için dünya artık başka bir yerdi. Diğer insanlar da başka bir dünyada idiler. Aynı dilden konuşmuyorlardı.
Sadece babası için yapabilecek son görevler vardı. Cenaze ve dualar. Kendilerinde olmak ve babasını iyi temsil etmek zamanı idi. Bütün ritüeller eksiksiz olarak yerine gelmeliydi.
İyi Babaların Cenazesi Kalabalık Olurmuş
Annesi erkenden kalkıp, ailenin büyükleri ile birlikte mezar yerinin resmi işlemleri için yola koyuldu.
Şeyma cenaze yerine halası ile birlikte gitti. Oya Halası da çok üzgündü. Ama diğerlerinin aksine o ağlamıyor, eli yeğeninin elini tutmuş bir şekilde sessizce başı dik duruyordu. Ceketinin yakasına Türk bayraklı bir rozet takmıştı.
Halası ile birlikte tabutun yanına gittiler. Şeyma böylelikle babasını en son cenaze töreninde al bayraklı tabutun içinde gördü. Babasının tabutunu okşadılar. Halası işte o zaman sarsılarak ağlamaya başladı. Şeyma ile birbirlerine sarıldılar. İkisi de içlerini çeke çeke kimseye aldırmadan ağladılar. Sonra Şeyma’nın annesi yanlarına gelince sustular. Çünkü genç kadının üzüntüden gözlerinin etrafında mor bir halka olmuş, bayılacakmış gibi bitkin gözüküyordu. Halası, annesinin koluna girdi. Şeyma’da annesinin elinden tuttu. Bütün tören boyunca birbirlerinden hiç ayrılmadılar.
Cenazede resmi yetkililer de vardı. Gazeteciler, fotoğrafçılar, kameramanlar doluydu. Gençler, yaşlılar, kadınlar, erkekler Fatih Camii’nin geniş avlusunu doldurmuşlardı. Adeta insan seli vardı. Aynı gün iki şehidin cenaze namazı yan yana kılınıyordu. Cenaze o kadar kalabalıktı ki Şeyma içinden “İyi babaların cenazesi kalabalık olur.” diye geçirdi.
Camiye namaza girenler gelince saflar tutulmaya başlandı. Camiden en son çıkan ihtiyarlar saf tutmak için geldiklerinde cenaze namazı başladı. O veda anı, helalliklerin verilmesi anı, namaz bitip de tabutun omuzlarda yükseldiği an, caminin avlusundan cenaze arabasına kadar gidilen o kısa ve kısa olduğu kadar da ölümsüz an… Son yolculuğa yapılan eşliğin sessizliği… İçimizi burkan hasretlik anları… Nasıl unutulabilir ki…
Sonra mezarlığa gittiler. Şeyma bir köşeden seyrediyordu. Babası toprağa veriliyordu.
Akşam eve geldiklerinde içerisi o kadar kalabalıktı ki yine oturacak yer yoktu. Şeyma içeriye girince önce anneannesine sarıldı. “Babamı Eyüp’e bıraktık.” dedi.
Daha onlar eve gelmeden babasının eşyalarının bir kısmı dağıtılmıştı.
Şeyma’nın Elif Teyzesi ve amcasının oğlu Ferhat ilk gece yalnız bırakmamak için onlarda kaldılar. "İnsanın acısını yine insan alır." sözünün kanıtı gibiydiler. Birbirlerine güç verdiler.
Diğer günlerde de evlerinde dualar okundu. Yine helvalar kavruldu. O kadar çok gelen oldu ki. Her gelen oturup oturmaz bir Fatiha okuyordu. Duadan başka yapacak hiçbir şey kalmamıştı. Dünya giderek yalnızlaşıyordu. Kimse ait olduğu yerde değildi.
Cenazeye gelen resmi yetkililer telefonla aradılar, daha sonraki günlerde evlerine geldiler. Babasının bir kahraman olduğunu ilk onlar söyledi Şeyma’ya. Babası Şeyma’nın kahramanıydı artık.
Bir hafta sonra Şeyma, annesi ve amcası İbrahim ile birlikte babasının mezarını ziyarete gittiler. Onları oraya arabası ile babasının çocukluk arkadaşı Aydın götürdü.
Sonra eve geldiler. Ahmet’in vefatının 7’si idi. Evde mevlid okundu. Kalabalıktı.
Eve gelenlerin anlattıklarından Şeyma babası hakkında bilmediği bir sürü yeni şey öğreniyordu. Mesela iş yerinden çıktığında hiç tanımadıkları bir aileye fırından ekmek alıp bıraktığını, ilk defa o zaman öğrendiler.
Sonraki günlerde yollarına çıkan herkes başsağlığı diliyordu. Sokaklarında Özbek yemekleri yapan bir lokantanın yaşlı, süslü bir kadın sahibi vardı. Gülbahor Hanım. Bir gün Zeynep’in yolunu kesti. Meğer Ahmet, onun dert ortağı imiş. Kadın yabancı olduğundan, derdini tam anlatamıyormuş ve muhasebecisi ile bir sorun yaşamış, mahalleli Ahmet’i tanıtmış kendisine ve bundan sonra ona danışarak hareket eder olmuş. Ahmet arada ona uğrar, çay içermiş. Kadın Ahmet’in vefatına o kadar üzülmüş ki neredeyse Zeynep’ten bile dertli görünüyordu. Zeynep, “Ben sizin dükkânınıza geldiğini bilmiyordum. Yoksa daha önce sorardım. Çünkü bizde adettir. Eşimin size borcu var mıydı?” dedi. “Sözü bile olmaz. Hesap yaparsak senin beyinin bana yaptığı yardımları benim ödemem lazım gelir.” diye cevapladı yaşlı kadın. Belli ki Ahmet, yedi düvelle barışık yaşamış ve insanlığı ile de geçtiği her yerde bir iz bırakmıştı.
Bayrak Bana Emanet Baba
Babasının vefatının 15’inci günü aynı zamanda Şeyma’nın doğum günüydü. O büyük üzüntü ile küçük kıza bir doğum günü yapılmamıştı. Ama halası unutmamıştı. Halası yine her zamanki gibi Şeyma’ya bir hediye verdi. Bu kez paketten al yıldızlı Türk bayrağı çıktı. Halası Şeyma’ya “Baban bu bayrak gökyüzünde özgürce dalgalanabilsin ve altında biz rahatça dolaşabilelim diye seve seve verdi canını. Sen babanın kızısın. Bu bayrağı al. Bu bayrak sana emanet. Onu her bayram pencerene as. Babanı an. Her yıl babanın öldüğü 15 Temmuz günü de as. O gün de milli bir bayramdır artık.” dedi. Şeyma anladı. Gurur duydu. Hem babası ile hem de bu emanetinin kendisine verilmesine layık olmasıyla.
Mitingde Bayrak Seli
Şeymaların oturduğu Yenikapı, dışarıdan bakıldığında yıkık dökük ama aslında faklı kültürleri buluşturan renkli bir semttir. Şeyma’nın iki kuşak ailesi burada yaşadığı için bilirlerdi. Eskiden burada oturan gayrimüslim komşularının kendilerine kattığı nezaketle, yoksul hanelerde aş bekleyenlere pişirilip teklifsizce götürülen tencere yemekleriyle, odunların hep birlikte kömürlüklere taşındığı, kapıya gelen çocuklara peynir ekmek ve su verilen bir masal dünyasıydı. Büyük yaştakiler abi ve abla, küçükler de kardeş gibiydi.
Yıllar geçti Yenikapı önce Ermeni ve Rum komşularını göç verdi, sonra Karadenizli ve Macır hemşerilerini. Giderek semt, önce Rus, daha sonra Türkmenistanlı ve Özbekistanlı kiracılar derken en son da Nijeryalı ve Somalililere ev sahipliği yaptı. Bu sıralarda dini bayramlarda ilk kapıyı çalan Süryani aileler de izin isteyip buradan başka semtlere ayrıldılar. Yeni gelenlerin hepsinin dili, geleneği, töresi ayrı ayrı oldu.
Şeymaların dede semti burası. Burada herkes onları tanır. Rahatları yerinde. Onları sever, sayarlar. Hepsi ile anlaşırlar. Buradaki halk yaşlılara değer verir. Cenazelerde, mevlitlerde, kına gecelerinde, eski komşuların kilise düğünlerinde yine hep bir araya gelinir. Dini bayramlarda şenlik ve coşku, başka semtlerden üstün mutlaka.
Ama milli bayramlarda çok yabancı göç aldığından boynu bükük Yenikapı’nın. Sahilde bir iki resmi binanın tepesinde bayrak var bir de Şeymalar gibi çok az ailenin astıkları. Anneannesi “Daha büyüğünü bulun bu bayrağın!” diyor, her bayram…
İşte Şeyma’nın babasının şehit düştüğü gün olan 15 Temmuz için yapılan miting, Yenikapı’nın bayrağa susamış sokaklarına ilaç gibi geliyor. Sokakları kırmızı-beyaza büründüren insan seli geçtiği yerleri adeta tütsülüyor. Burada yaşayan yabancılar şaşırıyor. İnsanların sayısına, yüzlerdeki ifadelerine bakakalıyorlar. Mitingin, Türkiye için değeri çok büyük elbet. Ama bu kara iklimli sokaklardaki anlamı da bir başka oluyor.
Keşke bu manzaraları Şeyma’nın babası da görebilseydi.
Şeyma Okullu Oldu
Şeyma artık büyümüştü. Yaş olarak da akıl olarak da kalp olarak da. Okula başladı. İlk günü yanında annesi ve dedesi vardı. Şeyma o gün babasının yokluğunu yüreğinde derinden hissetti.
Okumayı öğrenince annesi Şeyma’ya bir günlük hediye etti. Şeyma artık içini dökeceği ve duygularını anlatırken üzmeyeceği yeni bir arkadaşa kavuşmuştu. Derslerini daha çok daha çok çalışmalıydı. Okuma yazmayı iyice öğrenmeliydi ve unutmadan daha beyninde anıları canlıyken defterine babasını ile ilgili her şeyi not düşmeliydi.
Şeyma’nın Günlüğü
Zaman ilerledi ve Şeyma günlüğüne şunları yazdı:
“Babam yok. Bizi bırakıp gitti. Çok üzgünüm. Babamı çok özlüyorum. Her hareketi aklımda. En büyük zenginliğim bu hatırlayabildiklerim. Hiç birini unutmak istemiyorum. Oturuşunu, kalkışını, koşuşunu, el hareketlerini, şakalarını… Beynime yazdım. O gün bu hayattaki son günü olduğunu bilsem ben onu yanağından bir kez öperdim. Onu sevdiğimi söylerdim. Yaramazlıklarım için ondan af dilerdim. Onunla gurur duyduğumu söylerdim. Hayatım boyunca onunla yan yana olmaktan duyduğum mutluluğu belirtirdim. Ondan helallik alırdım. Ona Yasin okurdum. Ona değerli bir taştan tespih alırdım. Bu kadar…”
Bir başka gün daha: “Sen gittin. Bir tesellim var ki o da istediğin gibi okuyabilmek. Seni o kadar çok özledim ki anlatmam mümkün değil. Bana verdiğin tüm nimetler, sevgi, saygı, koruma için sana minnettarım.”
Şeyma’nın Mektubu
Şeyma okulunda 15 Temmuz kompozisyon yarışması yapıldığını duyunca aldı kağıdı kalemi eline ve şu mektubu yazdı:
Sevgili Büyüklerim, Benim adım Şeyma Karacı. 7 yaşıma yeni girdim. İlkokula gidiyorum. Biz İstanbul Yenikapı’da oturuyoruz. Bir gece (15 Temmuz 2016) televizyonda savaş gibi gürültüler, kovalamalar, koşuşturmacalar gördük. Sonra Cumhurbaşkanı amcanın “Vatana sahip çıkın. Meydanlara çıkın.” demesini duyduk. Babam çok heyecanlandı.
“Bugün ülkemiz için dışarıya çıkmalıyız. Bugün çıkmazsak bir daha ne zaman çıkacağız.” dedi. Amcamla konuştular. Sonra dedem da onunla gitmek istedi. Babam dedeme “Ben kızımın geleceği için dışarı çıkıyorum. Sen gelme. Çocukların başında kal.” dedi. Amcam babamı yalnız bırakmadı. “Ölürsek beraber ölürüz, dönersek de beraber döneriz.” dedi. Amcamla birlikte çıktılar. Amcam döndü. Babam dönmedi.
Sonra bana “Senin baban şehit oldu.” dediler. “Bir daha eve gelmeyecek.” dediler. Ama ben sadece ihtiyarlar ölür sanıyordum. Benim babam daha ihtiyar olmamıştı ki. Bu yüzden ölmesine çok şaşırdım.
Babam Şaraçhane’de belediye binasına giren kötü adamları durdurmaya çalışmış. Binanın içinden çıkan birisinin attığı kurşun babamın kalbine isabet etmiş. Kalbinden kurşunla vurularak ölmüş. Benim de o günden sonra hep kalbim acıdı.
Dedeme 'Benim babamı hangi ihtiyarlar öldürdü?' diye sordum. 'FETÖ' dedi. FETÖ çok kötü bir adam. Benim sakin, pamuk gibi babamı bile kızdırdığına göre o yanlış bir şey yapmış olmalı. Çok çirkin bir şey yaptı bence. Belki de ayıp bir şey yaptı. Çünkü babam sadece biri ayıp bir şey yaptığında kızardı. Babamın sokağa çıkmasına o şey sebep oldu.
Darbe girişimi yapmış. Ben pek bilmiyorum darbe nedir? Ama başarılı olamadı onu biliyorum. Başarılı olsaydı ülkemiz için karanlık günler gelecekmiş. O çok kötü biri.
En kötüsü de benden babamı aldı. Başka çocukların babalarını da aldı. Annemi çok üzdü. Ağlattı. Halamı, amcamı, dedemi, anneannemi üzdü.
FETÖ çok kötü biri. Masallardaki canavarlar gibi biri. Ama babam, onu yendi. Ülkeden kovdu. Benim babam çok büyük bir adam. O bir kahraman. Herkes seviyor babamı. Bir sürü okula ismini verdiler. Cenaze töreni de çok kalabalıktı. Bayramlarda cama astığımız bayrağı babamın üstüne sarmışlardı.
Ben o gün önce 'Anne, babam gidiyor.' diye feryat ettim. Babamdan ayrılmaya hazır değildim. Sonra babam vurulduğunda yüzünde bir gülümseme olduğunu öğrendim. Herkes bunu konuşuyordu. Konuşmaları bana duyurmamaya çalışıyorlardı ama ben her şeyi duydum. Arkadaşlarım da anlattı. Bu gülümseme şehit olduğu içinmiş. Öyle mi bilmiyorum ama bence o bana gülümsedi. Aslında bana 'Allahaısmarladık!' dedi. Ben üzülmeyeyim diye güldü. İşte o zaman ben de feryatlarımı kestim.
Biliyor musunuz babam bana hep 'Gözbebeğim...' derdi. 'Dünyalar tatlısı kızım...' derdi. Ben büyüyeceğim. Babam yanımda olamayacak. Elimden tutamayacak. 'Güzel kızım' diye beni sevemeyecek. Beni okuldan almaya gelemeyecek. Hafta sonu birlikte parka gidemeyeceğiz. Yanağını yanağıma değdiremeyecek.
Ama kalbimden kimse onu çıkartamayacak. Çünkü o akşam babam benim için, Türkiye’deki bütün çocukların geleceği için sokağa çıktı. Çünkü babam bütün babalardan daha cesurdu.
Ben artık yaramazlık yapıp, annemi üzmeyeceğim. Yemeklerimi de hep bitireceğim.
Babama da sevgimi derslerimi çalışarak, okullarımı okuyarak göstereceğim. Çünkü babam benim hep iyi bir eğitim almamı isterdi. Şimdi 'Devlet Baba' bunu bildiği için bana eğitimimde destek oluyor. Onlar da babamın emanetlerine sahip çıkıyor.
Anneannem kalbimdeki acı dinsin istiyor. Ama bence hiç dinmesin. Çünkü o bana babamı hatırlatıyor.
Sevgili Büyüklerim, Kalbimdeki acının suçlusu ihtiyar FETÖ’yü hiç affetmeyin. Ona iyi davranmayın. Ülkemizi tekrar karıştırmasına izin vermeyin. FETÖ’ye yardım edenlere de kızın. Babam boşuna ölmüş olmasın.
Ben nasıl üzerime düşen görevi yapıp, derslerimi çalışıyorsam siz de terörü önleyin.
Şeyma’nın Yolu
Şeyma’nın bu mektubu katıldığı kompozisyon yarışmasında çok ilgi çekti ve birinci oldu. Şeyma bu kompozisyona gelen olumlu tepkilere bakarak, kendisinde yazı yazma kabiliyetinin olduğunu keşfetmiş oldu.
Babasını küçük kalbinde yaşatırken, aynı zamanda yazılarında yaşatabileceğini ve birçok kişi ile paylaşarak ona insanlara tanıtabileceğini keşfetmiş oldu. Bu yol doğru bir yoldu. Babasının ilkelerini, bayrak sevgisini, vatan sevgisini anlatan kalıcı değeri olan birçok çalışma yapabilirdi. Yazmak iz bırakmak gibiydi. Bu yolda ilerlemeye karar verdi. Çok kitap okuyacaktı. Yazı yazma kabiliyetini daha çok ilerletecekti. Kendisini geliştirerek araştırmalar yapabilir, babasının öyküsünü ve önem verdiği her şeyi kitaplaştırabilirdi.
Şimdi anlıyordu ki o kahraman Ahmet Karalı’nın kızıydı. Babası gibi hiç kolay pes etmeyecek ve ülkesi için güzel işler yapmanın bir yolunu mutlaka bulacaktı.
Bu karar küçük Şeyma’nın o kadar hoşuna gitmiş ve o kadar mutlu etmişti ki uzun zamandan beri yapmadığı bir şeyi sonunda yaptı. Şeyma o güzel yüzünde bir gül açarmışçasına kocaman gülümsedi.
Gökte Ayyıldız Oldu
Şeyma’nın babası gibi kendi gövdelerini ülkelerinin ve çocuklarının geleceği için siper eden tüm şehitleriminiz gökyüzünde dalgalanan bayrağımızın ay yıldızında izleri var…