Cizreli olmak, Cizre’de olmak
Cizre’ye son gidişim hendek olaylarından önceydi. 2014 Şubatına denk gelen doğum günümü doğduğum şehir olan Cizre’de kutlamıştık.
Annem ve babam Urfalıdır ama PTT memuru olan babamın tayini Cizre’ye çıkmış ve ablamla ben orada doğmuşuz. Onun için kitaplarımın başındaki hayat hikâyeme “Urfalı bir anne ve babanın çocuğu olarak Cizre’de doğdu” diye yazarım.
Hendek olayları öncesine rastlayan gezide şehirde tarif edemeyeceğim bir gerginlik hissetmiştim. Bu arada dedesi Bediüzzaman Said Nursi’nin dostu olan Hüsamettin Bilge’yi ziyaret etmiş ve hem kendi ailem hem de onun ailesi hakkında verimli bir sohbete bulunmuştuk. Öğrendiğime göre maalesef geçen yıl vefat etmiş. Mekânı cennet olsun.
25-26 Aralık günlerinde Cizre Kitap Fuarı’na katılmak üzere yeniden Cizre’deydim. Cizre Kaymakamımız Ahmet Vezir Baycar’ın gayretiyle düzenlenen Kitap Fuarı’na yayıncı ve okurlardan yoğun bir katılım vardı. Değerli isimlerin katıldığı söyleşiler ilgiyle dinleniyor, kitap imzalatanlar yazarların önünde kuyruk oluşuyordu. Bu, Cizre ve bölge adına ve dahi Terörsüz Türkiye namına sevindirici ve özlenen bir tabloydu.
Cizre hem geçmişe hem de geleceğe bakıyordu.
Mesela Melayê Cizîrî Sempozyumu’na hazırlanıyordu Cizre Kaymaklığı. Cizre'nin kadim kültürel mirasını ve düşünce dünyasını yaşatmak için 28-29 Kasım 2025 tarihlerinde Cizre’de uluslararası bir sempozyum düzenlenmişti. Bugün başlayacak sempozyuma yerli ve yabancı bilim adamları katılacaktı.
İşte elimde Cizre’nin yerel tarihçisi Abdullah Yaşın’ın Botan Yemek Kültürü (2016) adlı kitabı var ki büyük bir emek mahsulü. Abdullah Bey’in Tarih, Kültür ve Cizre (2007) ve Bütün Yönleriyle Cizre (1983) adlı kitapları bilgi dolu.
Sultan 2. Abdülhamid zamanında Cizre’de yaptırılan Hamidiye Kışlası’nın varlığını ondan öğrenmiştim ilk olarak. Şöyle yazmıştı:
“Sultan Abdülhamid zamanında Paşa olarak tayin edilen Cizre Miran aşiretleri reisi Mustafa paşa (Mısto i Mirî) tarafından beyaz kalkerli taştan üç katlı olarak inşa ettirilmiştir. Cizre ve Midyat ustalarının elinden çıkan bu eser, Selçukî mimarisine göre yapılmıştır.” (Bütün Yönleriyle Cizre, s. 64)
Hz. Nuh’un gemisini andıran surları, Hz. Nuh‘un kabri ki çocuğu olmayanlara türbeyi ziyaret ettirip adak adatırlar (fakir de bir Hz. Nuh adağından sonra doğanlardan biridir); Melaye Cezerî’nin türbesi, meşhur aşk destanının kahramanları Mem ile Zin’in türbeleri, sibernetiğin kurucusu kabul edilen İsmail Ebu’l-İzz el-Cezerî’nin türbesi (‘Cezerî’ Cizreli demektir) ve Kırmızı Medrese Cizre’deki tarihî eserlerden sadece bir kaçı.
Ancak Cizre yalnız geçmişe bakmıyor, parlak bir geleceğe doğru da kanat açıyor. Yakınlarda az daha il merkezi olacaktı, hatırlarsınız. 150 bin kişi civarındaki dinamik nüfusu ve tarihî birikimiyle il olmayı fazlasıyla hak ediyor aslında.
Bir zamanlar bürokrasimizin sürgün diyarı sayılan kuş uçmaz kervan geçmez Cizre maalesef 1980’li yılların ortalarından beri terör olaylarıyla gündeme geldi. Oysa Cizre’de başka bir Cizre vardı ki içine kapanmıştı. Şimdi o kutu da açılacak inşallah.
2018 yılında kaybettiğimiz babam Rafet Armağan da Cizre sürgünlerden biri olarak dört yılını PTT’nin artık yıkılmış ve yerine dört katlı bir apartman dikilmiş bulunan taş binasında geçirdi. Bebekliğimde kiralık oturduğumuz ev de PTT’nin eski binasının karşı köşesindeki yine taş bir Cizre eviydi ki metruk da olsa halen ayaktadır.
Babam Cizre’nin tek PTT memuru olduğu için telgraf haberleşmeleri onun elinden geçermiş. 14 Temmuz 1958'de Tuğgeneral Abdülkerim Kasım liderliğindeki Hür Subaylar ihtilale giriştiğinde asker ve komutanlar aylarca babamın başında haber beklemiş Suriye’den.
Esirleri gibiydim, diye anlatıyordu babam. Ne var ki asıl esirliği 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayacaktı.
Tutuklanmayacak ama aylarca darbecilerin silahla başında bekledikleri PTT görevlisi olarak evine bile gitmesine izin verilmeden zorla çalıştırılacaktı. Ne de olsa vatanı kurtarmışlardı! Onlar da bu kadarcık sıkıntıya katlanmalıydı. Ankara ile haberleşeceklerdi ve bu kritik işi babamdan başka yapacak kimse yoktu.
İşte aylarca süren angarya, yani fazla mesai ödemeden çalıştırılma o yıllarda babama benzer muamele gören memurların canına tak etmiş ve dava açmış, sanırım Süleyman Demirel’in döneminde mahkemeyi kazanmışlar ve bütün memurlar haklarını toplu olarak almıştı devletten. Bizim 1967 yılında Bursa’ya taşındıktan sonra satın aldığımız arsayı işte o toplu fazla mesai parasıyla satın almıştı babam. Bursa’daki evimizin temeli babamın Cizre’deki alın teriyle atılmıştı.
Kimliğimde “Doğum yeri: Cizre” yazar ki benim için iftihar vesilelerinden biridir. Fakat bu ibare bile zaman zaman birilerinin canını sıkmış, benim gibi etliye sütlüye karışmaz biri dahi talebeliğinde polis tarafından bir kenara çekilip ismi ‘sistemden’ sorgulanabilmişti.
Bir başka deyişle Cizreli olmak kestirmeden bir zan altında kalmak demekti bir zamanlar. Neyse ki artık o dönem kapanmakta. Cizre-Mardin yolundaki polis noktalarında bile araçların durdurulmadığına bizzat şahit oldum.
Cizre sadece Cizre’de olmamalı. Aksine Cizre her yerde olmalı. Tıpkı İstanbul’un, Bursa’nın, İzmir’in, Ankara’nın, Edirne’nin 780 bin kilometrekarenin her noktasında var olması gibi Cizre’yi de ortak hafızamıza taşıyamıyorsak zihnen bölünmüş sayılırız. Zihnî bölünme ancak beraberlik ruhu içerisinde aşılabilir.

Cizre'de oturduğumuz evi bulmanın sevinci.