Ümit Yenişehirli yazdı: Üç Aylar başlarken

Ümit Yenişehirli, müslümanlar için ibadet ve maneviyat açısından büyük anlam taşıyan Üç Aylar'ın Osmanlı'daki yaşanış şeklini ve günümüze yansımalarını konu alan bir yazı kaleme aldı.

Ümit Yenişehirli yazdı: Üç Aylar başlarken
  • Ümit Yenişehirli, Üç Aylar'ın Osmanlı'daki yaşanışını ve günümüze etkilerini ele aldı.
  • Üç Aylar, Recep, Şaban ve Ramazan olarak sıralanan ve İslam dininde manevi açıdan önemli olan aylardır.
  • Osmanlı'da bu dönemde sosyal dayanışma, ibadetler ve çeşitli kültürel etkinliklerle toplum üzerinde büyük bir manevi atmosfer oluşturulurdu.

Bugün, 1 Recep 1447. İslam alemi, Ramazan-ı Şerif'in habercisi olan Üç Aylar'a bugün kavuşuyor. Ay'ın Dünya çevresinde dönüşüne dayanan, başlangıcı için Peygamber Efendimiz’in (sav) Mekke’den Medine’ye hicret ettiği miladi 622 yılı esas alınan, hicretin on yedinci yılında da (m. 639) uygulamaya konulan hicri takvime göre Üç Aylar; Recep, Şaban ve Ramazan aylarından oluşuyor.

HİCRİ YILIN KIYMETLİ AYLARI

Gerek Kuran-ı Kerim'deki bazı hükümler, gerekse de Hz. Peygamber’in hadis ve sünnetlerindeki ifade ve uygulamaları, bazı zamanların, diğer zamanlara göre daha kıymetli olduğunu ortaya koymaktaydı. Vakitler içinde sabah namazı vaktinin değeri, günler içerisinde Cuma gününün daha kıymetli olması, Cuma günü içerisinde namaz vaktinde saklanmış kimi anlarda duanın daha faziletli ve makbul sayılması gibi, hicri takvimin 7, 8 ve 9’uncu ayları olan Üç Aylar da ayrı bir kıymeti haiz.

Resulullah, “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.” buyurarak Üç Ayların faziletini vurgulamıştı. Yine, zaman içerisinde dini anlayış ve kültürde mübarek sayılarak kutlanır hale gelen kıymetli geceler de ortaya çıkmıştı. Mevlid, Regaib, Mirac ve Berat Kandilleri ile Kadir Gecesi olarak sıralanan bu müstesna zaman dilimlerinden Mevlid dışındaki dördünün Üç Aylar içinde yer alması, bu ayların önemini göstermekteydi.

Hicri yıl içerisinde, Recep ayının birinci günü başlayıp, Şevval ayının ilk üç gününde kutlanan Ramazan Bayramı ile taçlanan bu zaman diliminde, İslam dünyasının hemen her yerinde manevi iklimin varlığı yoğun bir biçimde hissedilmekte. Müslümanlar; peş peşe gelen bu aylarda, dinî hissiyat ve tefekkür ile artan ibadet pratikleri eşliğinde, tabir-i caizse “maneviyat yüklenmesi” yaşamakta.

ÜÇ AYLARDAKİ OSMANLI FARKI

İslam toplumları, asırlar içerisinde, bu aylar ve gecelerde ibadet, zikir ve duaya daha fazla yönelmiş, hayır faaliyetlerini daha da çoğaltmışlardı. İslam ülkelerinin hemen hepsi, bu mübarek aylarda, özellikle de Ramazan ayı yaklaşırken belli toplumsal hassasiyetlere sahne olmakla beraber, Osmanlılardaki, “topyekûn manevî hava” ortamı ise bambaşkaydı.

Osmanlılar için Üç Aylar, hem devlet katında hem de millet nezdinde gerçekten fevkalade günlerden oluşmaktaydı. Tarihsel süreçte bu dönem, saraydan sokağa kadar hayatın her alanını dönüştürürdü. Üç Aylar vesilesiyle artan ibadetler, toplumdaki dinî pratikleri daha bir görünür kılardı. Bu aylar, arınma vesilesi sayılır, hem fert hem de topluca icra edilen çeşitli ibadetlerle ihya edilirdi. İbadetlerle dopdolu bu zaman diliminde, bir yandan da sosyal dayanışma, incelmiş zevkler ile kolektif mutluluk ve huzur da zirve yapardı.

Resmi hazırlıkların yanında bir de herkesin kendince yapmış olduğu hazırlıklar bulunmaktaydı. Bu üç ayın hemen hemen ortasına denk gelen günlerde ise Ramazan’ın yaklaşması heyecan ve hazırlıkları da daha arttırırdı. Evlerde yoğun bir temizlik faaliyeti görülürdü. Bu temizlik adeta, Üç Ayları temiz bir ruh ve bedenle yaşamanın temiz mekânlarla da tamamlanmasıydı. İnsanlar günahlardan, manevî kirlerden, evler de maddî kirlerden arındırılmaya çalışılmaktaydı.

MÜBAREK GECELER “KANDİL” OLARAK ANILMAYA BAŞLIYOR

Üç Ayları karşılama hazırlığı, evlerde bir telaşa yol açarken, üç ay boyunca her zamankinden daha kalabalık kitlelere hitap edecek olan camilerde de özel hazırlıklar olurdu. Camilerin halıları yıkanır, kandil yağları tazelenir, evlerdeki bakır kaplar kalaylanır, gıda dükkânları, Ramazan’a özel gıdalar için yer ayırırdı. Bu arada; padişah II. Selim devrinden itibaren minarelerin kandillerle donatılması, mübarek gecelere tamamlayıcı isim olacaktı. Bu geceler – Mevlid de dahil - artık Berat Kandili, Regaip Kandili, Miraç Kandili şeklinde anılır olmuştu.

ZİMEM DEFTERİ İLE SADAKA TAŞI’NDAKİ MERHAMET VE ZARAFET

Kandil kutlamaları, halkın birbirine özel çörekler, simitler ve lokmalar ikram ettiği bir paylaşım şenliğine dönüşürdü. Bu dönem ayrıca, sosyal dayanışmanın en ileri örneklerine sahne olurdu. Varlıklı kişiler, hiç tanımadıkları mahallelerin bakkallarına gider ve “Zimem Defteri”nin (veresiye defteri) rastgele sayfalarını açıp, “Şu kadar kişinin borcunu sildim.” diyerek dükkan sahibinin alacağını öderlerdi. Borcu ödeyen borçluyu, borcu ödenen ödeyeni bilmezdi. Cami avlularında yer alan “Sadaka Taşları”na da aynı merhamet ve zarafet yüklü bir tutumla paralar konulur; ihtiyacı olanlar geceleri kimse görmeden buradan ihtiyaçları kadar parayı alırlardı.

Üç Ayların ilk günlerinde yavaş yavaş başlayan ama en çok üçüncü ayda, Ramazan’da yoğunlaşan ibadet ve yardımlaşma pratikleri arasında; Saray’daki Kur’an-ı Kerim tefsiri ağırlıklı Huzur Dersleri, mahallelerdeki cami ve evlerdeki Hatim ve Mukabeleler, zengin konaklarında verilen iftarlara gelen misafirlerin – zengin fakir ayırt edilmeksizin - tamamına teşekkür mahiyetinde verilen hediye ve paralar (Diş Kirası), kıraathanelerdeki dini menkıbelerin anlatıldığı, Mesnevi okumalarının yapıldığı buluşmalar, Recep ayında İstanbul’dan yola çıkıp, Mekke-Medine’ye padişahın hediye, yardım ve selamlarını götüren kervanlara, geçtikleri her şehirde yapılan karşılama ve uğurlama merasimleri, bu üç aya mahsus bir mutfak disiplini ve zenginliği, tutulan nafile oruçlar için hazırlanan iftariyelikler, pek çok zengin konakta, hatta mütevazı evlerde bile çoğunlukla hiç tanınmayan, yoldan geçen kişiler için kurulan “Halil İbrahim Sofraları” ve daha birçok incelikli günlük pratikler toplumsal dinamizme rengini verirdi.

MAHYALAR: DÜNYANIN İLK IŞIKLI TABELALARI

Üç Ayların ikincisinin yarısından itibaren ise çok farklı bir çalışma şehirlerin siluet ve sosyal ritmini değiştirirdi. İlk olarak İstanbul’da görülen, bir görsel şölen ve mesaj iletme yöntemi olan mahya sanatı, semtleri adeta bir rüya alemiyle buluştururdu. O devrin aydınlatma teknolojisi olan mum ve kandillerin sarı, titrek ışıkları, bu algıyı daha da güçlendirirdi. İki minare arasına asılan zeytinyağı kandilleriyle oluşturulan yazı (ayet, hadis ve hikmetli sözler) ve resimler (gemi, çiçek, cami figürleri), dünyanın ilk “ışıklı tabelaları” olmuştu. Zeytinyağı kandilleriyle gökyüzünde bir ışık mühendisliği sergilenir, harika sanatsal çalışmalar yapılırdı. “Aya mahsus” anlamındaki Farsça “mahiyye”den türeyen mahyanın ilki, 1617 yılında, Sultan I. Ahmed döneminde, Hattat Hafız Ahmed Kefevi tarafından Sultan Ahmet Camisi’ne yapılmıştı. Kefevi iki minare arasına, kandillerle Kelime-i Tevhid’in ilk kısmını, “La ilahe illallah” kelamını asmıştı.