Dünyanın gündeminde bugün ne var

Uluslararası basından, birçok ülkenin en çok konuşulan haberlerini okuyucularımız için derledik.

Dünyanın gündeminde bugün ne var

Dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan olaylar, yalnızca yerel sınırları değil, küresel dengeleri de etkiliyor.

Art arda gelen grev kararları, yasal düzenlemeler, güvenlik önlemleri ve halk hareketleri, birçok ülkede yönetimle toplum arasında yeni sınavlara yol açıyor.

Hükûmetlerin attığı adımlar kamuoyunda tartışma yaratırken uluslararası medya, yaşananları mercek altına alarak geniş yankı bulmalarına neden oluyor.

Bugün dünya kamuoyunun dikkatini çeken başlıca gelişmeleri derledik.

ABD'DE YENİ KRİZ: OBAMA DÖNEMİNE AİT 'İHANET' BELGELERİ AÇIĞA ÇIKTI

ABD’de başkanı Donald Trump'ın, kendisinden önceki başkanlara yönelik başlattığı hesaplaşma derinleşiyor.

Beyaz Saray İstihbarat Direktörü Tulsi Gabbard, 2016 seçimlerine Rusya’nın müdahalesine ilişkin istihbarat raporunun “üretilmiş” olduğunu öne sürerek, eski Başkan Barack Obama’yı hedef aldı. Gabbard’ın kamuoyuna sunduğu gizli belgelerle birlikte Adalet Bakanlığı, Obama’ya yönelik hukuki adımların değerlendirileceğini duyurdu.

Trump’ın, 2016 seçimlerinde Rusya’nın kendisini desteklediğine dair iddiaları “siyasi komplo” olarak nitelendirip Obama’yı “vatana ihanetle” suçlamasının hemen ardından gelen bu gelişme, ABD istihbarat tarihindeki en sert iç hesaplaşmalardan biri olarak kayda geçti.

Gabbard’ın açıkladığı belgeler, Trump’ın ilk döneminde Cumhuriyetçiler tarafından hazırlanan ve CIA merkezinde kilitli kasalarda saklanan bir Kongre raporuna dayanıyor. Belgelerde, 2017’de yayınlanan ve Putin’in Trump’ı desteklediği sonucuna varan istihbarat değerlendirmesinin dayanağının zayıf, hatta kasıtlı şekilde yönlendirilmiş olduğu savunuluyor. Ancak aynı belgeler, değerlendirmeyi tamamen “uydurma” ilan etmektense, istihbarat kaynaklarının yetersizliğine işaret ediyor.

CIA eski direktörü John Brennan ve dönemin istihbarat liderlerinin, “Putin Trump’ı istiyordu” değerlendirmesini raporda tutmakta ısrar ettikleri, buna bazı analistlerin itiraz ettiği de belgelerde yer aldı.

"OBAMA BİLEREK SAHTE İSTİHBARAT OPERASYONU YÖNETTİ"

Demokratlar ise Gabbard’ın adımını, Trump yönetiminin Jeffrey Epstein dosyasından dikkat dağıtma girişimi olarak değerlendiriyor. Senato İstihbarat Komisyonu Başkan Yardımcısı Mark Warner, “ABD’nin Rusya’daki en hassas kaynaklarını tehlikeye atan bir hamle” yorumunda bulundu.

Öte yandan, Trump’ın ilk döneminde atadığı özel savcı John Durham da dahil olmak üzere bugüne dek hiçbir resmi soruşturmada Obama veya istihbarat yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunulmadı. Aynı şekilde, 2020’de Cumhuriyetçilerin liderlik ettiği Senato İstihbarat Komisyonu da, Rusya’nın Trump lehine çalıştığı yönündeki istihbaratın “makul ve sağlam” temellere dayandığını belirtmişti.

Ancak Trump cephesi, şimdi beş yıl önce hazırlanan bu belgeyle, Obama’nın “bilerek sahte bir istihbarat operasyonunu yönettiği” iddiasını yeniden canlandırdı. Gabbard’ın Beyaz Saray'da yaptığı açıklamada, “Elimizdeki belgeler, Obama’nın liderliğinde yürütülen kasıtlı bir bilgi üretim sürecini ortaya koyuyor” ifadeleri dikkat çekti.

ABD istihbarat tarihinde bir başkanın selefi hakkında “vatana ihanet” suçlamasına dolaylı destek vermesi ilk kez yaşanıyor. Gelişmeler, 2024 seçimlerinden sonra güç dengesinin tamamen Trump lehine döndüğü Washington’da, eski yönetimlere karşı başlatılan “rövanş dönemi”nin yeni bir aşamaya geçtiğini gösteriyor.

"TRUMP YAPAY ZEKANIN PERİ ANNESİ HALİNE GELDİ"

ABD Başkanı Donald Trump, ikinci başkanlık döneminde yapay zekâyı (YZ) ülkenin küresel liderliğini yeniden tesis etmek için stratejik bir araç haline getirdi. Beyaz Saray’ın bugün açıkladığı 23 sayfalık “Yapay Zekâ Eylem Planı”, Washington’un bu alandaki tüm engelleri kaldırma ve özel sektöre sınırsız alan açma kararlılığını ortaya koydu.

Trump’ın daha önce imzaladığı başkanlık kararnamesinin ardından hazırlanan plan, üç ana başlıkta şekilleniyor: yapay zekâ inovasyonunun hızlandırılması, altyapı yatırımlarının artırılması ve Amerikan şirketlerinin küresel alanda desteklenmesi.

Plan, başta OpenAI, Google, Anthropic ve Microsoft gibi şirketlerin önerileriyle şekillendi. Trump, konuşmasında bu firmaları överek “Amerikan dehası dünyayı yeniden inşa ediyor” dedi. Beyaz Saray danışmanlarının arasında eski teknoloji yatırımcıları, start-up kurucuları ve büyük fon temsilcileri bulunuyor.

Planla birlikte, yapay zekâ sektöründeki çevre düzenlemeleri, federal denetimler ve veri kullanımıyla ilgili sınırlamalar kaldırılacak. Veri merkezleri ve enerji altyapısı yatırımları hızlandırılacak. Özellikle, Clean Air Act ve Clean Water Act gibi çevre yasalarının AI projeleri açısından esnetileceği bildirildi.

ASKERİYEYE YAPAY ZEKA ZORUNLULUĞU

Trump yönetimi, Pentagon’un yapay zekâ yatırımlarını artırmasını da zorunlu hâle getiriyor. Açıklamaya göre, OpenAI, xAI, Anthropic ve Google gibi firmalarla 200 milyon dolara kadar varan savunma sözleşmeleri imzalandı. Belgede, “ABD Silahlı Kuvvetleri yapay zekâda küresel üstünlüğü sağlayamazsa, egemenliğini kaybeder” ifadesi yer aldı.

Plan, kamu hizmetlerinden sağlık sektörüne, tarımdan bilimsel araştırmalara kadar devletin tüm kurumlarının yapay zekâyı aktif şekilde kullanmasını hedefliyor. Yapay zekâ alanında faaliyet gösteren şirketlere vergi teşvikleri, alım garantileri ve AR-GE desteği de sağlanacak.

Belgenin birçok yerinde, Çin’in yapay zekâda elde ettiği ilerlemenin “Amerikan güvenliğine tehdit” olduğu belirtiliyor. Trump, konuşmasında “Düşman algoritmaların yönettiği bir gezegende yaşamayacağız” diyerek Çin’i hedef aldı.

Plan, yapay zekâ modellerinin telifli içeriklerle eğitilmesinin hukuki olduğunu savunuyor. Trump, “Yapay zekâ tıpkı insanlar gibi öğrenir, bu bir ihlal değildir” dedi. Ayrıca, hükümetin yalnızca “ideolojik önyargılardan arındırılmış” yapay zekâ modelleriyle çalışacağı açıklandı. DEI (çeşitlilik, eşitlik, kapsayıcılık), iklim değişikliği ve dezenformasyon gibi başlıklar risk çerçevesinden çıkarıldı.

ALMANYA'NIN GÜNDEMİ YUNANİSTAN'DAN GELEN MÜLTECİLER

2025’in ilk 5 ayında, Yunanistan’da sığınma hakkı alan yaklaşık 8 bin kişi Almanya’ya gelerek burada ikinci kez sığınma başvurusunda bulundu.

Bu rakam geçen yıl 26 bini aşmıştı. Almanya İçişleri Bakanlığı, Schengen kuralları gereği sığınma hakkı verilen kişilerin başka bir AB ülkesinde yeniden sığınma talebinde bulunmasının yasak olduğunu hatırlatıyor. Ancak uygulamada ciddi sorunlar yaşanıyor.

Federal Polis Sendikası (GdP), özellikle havalimanlarında kontrol eksikliklerine dikkat çekiyor.

GdP Başkanı Andreas Roßkopf, kara sınırlarında sıkı denetim yapılırken, havalimanlarında mültecilerin neredeyse serbestçe ülkeye girdiğini belirtiyor. “Burada bir kontrol zaafı var, bu durum Almanya’nın göç politikalarına zarar veriyor. Polis sınır kapılarında yoğun çalışıyor, ancak havalimanlarında kontrol eksikliği var. Bu absürt ve kabul edilemez.” diyen Roßkopf, federal polise havalimanlarında daha geniş yetkiler verilmesini talep ediyor.

YUNANİSTAN GERİ GÖNDERİLEN MÜLTECİLERİ KABUL ETMEYE YANAŞMIYOR

Geçen ay Federal İdare Mahkemesi, sağlıklı ve çalışabilir mültecilerin Yunanistan’a geri gönderilmesini onayladı. Ancak Yunanistan yönetimi, bu kişileri geri kabul etmeye yanaşmıyor. Bu da Almanya’nın sınır dışı işlemlerinde önemli bir engel oluşturuyor.

Mülteci yardım kuruluşları ise Yunanistan’daki koşulların insani açıdan kabul edilemez olduğunu vurguluyor. Almanya’da da bu durumun yarattığı sosyal ve idari yük artarken, etkili bir göç yönetimi talebi yükseliyor.

Almanya'da, sığınma başvurularında yaşanan bu yoğunluk ve kontrol eksikliğiyle mücadele etmek için havalimanlarındaki denetimleri artırmak ve sınır dışı süreçlerini hızlandırmak zorunda olunduğu düşüncesi hakim.

Aksi takdirde, ikinci kez sığınma talebinde bulunanların sayısında artış yaşanması kaçınılmaz görünüyor.

ALMAN ORDUSU SAVUNMA KAPASİTESİNİ GÜÇLENDİRİYOR

Almanya, artan Rusya tehdidine karşı savunma kapasitesini hızla güçlendirmek istiyor.

Bundeswehr (Alman Silahlı Kuvvetleri) için gerekli malzeme ve ekipmanların temininde yaşanan bürokratik ve yavaş süreçler, savunma yeteneklerinin geliştirilmesini engelliyor. Bu nedenle hükümet, satın alma prosedürlerini kolaylaştırmak ve hızlandırmak amacıyla yeni bir yasa tasarısı hazırladı.

Mevcut durumda, kamu ihalelerinde doğrudan alım yapılabilen üst sınır 15 bin euro ile sınırlı. Bu sınırın üzerindeki alımlar için detaylı ve uzun süren ihale süreçleri uygulanıyor.

Yeni tasarıyla birlikte, savunma için kritik öneme sahip malzeme ve hizmetlerin alımlarında bu sınır 443 bin euroya çıkarılacak. Böylece yaklaşık 8 bin ihalenin çok daha hızlı tamamlanması hedefleniyor. İnşaat işleri için ise bu sınır 1 milyon euroya yükseltiliyor. Bu da 4 bin kadar ihaleyi doğrudan alıma açacak.

"KUANTUM SIÇRAMASI"

Savunma Bakanı Boris Pistorius, bu değişikliği “kuantum sıçraması” (Almanca: Quantensprung) olarak tanımlıyor.

Bu ifade, büyük ve hızlı bir gelişmeyi anlatmak için kullanılıyor. Pistorius’a göre, artan güvenlik tehditlerine karşı Bundeswehr’in kapasitesini hızla artırmak gerekiyor ancak karmaşık satın alma prosedürleri bu ihtiyacı engelliyor. Tasarı sayesinde savunma yeteneği güçlendirilecek ve gerektiğinde yeni teknoloji ürünlerine daha hızlı erişilebilecek.

Ekonomi Bakanı Katherina Reiche ise Almanya’nın potansiyel tehditlerin önüne geçmek için teknolojik ve endüstriyel açıdan daha güçlü olması gerektiğini vurguladı.

Tasarı, sadece askeri malzemeleri değil, aynı zamanda askeri tesislerin yapımı ve onarımını da kapsıyor. Ayrıca yeni teknolojiler arasında hava savunma sistemleri, uydu yetenekleri, insansız hava araçları (dronlar), otonom sistemler ve yapay zeka (YZ) teknolojileri öncelikli olarak yer alıyor.

FRANSA'NIN KÜLTÜR BAKANI YOLSUZLUKLA YARGILANIYOR

Fransa'nın gündeminde, Kültür Bakanı Rachida Dati’nin yolsuzluk ve nüfuz ticareti iddiaları yer alıyor. Dati, Renault-Nissan skandalıyla bağlantılı olarak yargılanmak üzere mahkemeye sevk edildi.

2010-2012 yılları arasında avukatlık ve Avrupa Parlamentosu milletvekilliği yaptığı dönemde, gizli lobicilik faaliyetleri kapsamında 900 bin euro aldığı iddiasıyla suçlanıyor.

Kendisine "yolsuzluk", "nüfuz ticareti", "görev suistimali" ve "güveni kötüye kullanma" gibi suçlamalar yöneltiliyor.

Fransa’da siyasi çevreler ve kamuoyu bu gelişmeye sert tepki gösterdi. Sol parti temsilcileri Dati’nin derhal istifa etmesini talep ediyor. Sosyalist Parti Genel Sekreteri Pierre Jouvet, Dati’yi “siyasi bir haydut” olarak nitelendirerek, "Bu skandal, kamu görevine ve halkın güvenine ağır bir darbe. Bir kamu görevlisi böylesi gizli ve yasal olmayan gelirler elde edemez. Bu, halkın devlete olan güvenini sarsar" dedi. Dati ise suçlamaları reddediyor ve yargı sürecini "adilsiz ve usulsüz" olarak nitelendiriyor. Hakimlere, savunma haklarını engelledikleri suçlamasında bulunuyor.

Siyasi rakipleri, Dati’nin Paris belediye başkanlığı adaylığı planlarını da tehlikeye atacağını düşünüyor. Solun önde gelen isimleri, halkın güvenini zedeleyen bu durumun Dati’nin projelerini baltaladığını vurguluyor.

"PARİS'İN HALK İÇİN ÇALIŞAN TEMİZ BİR BELEDİYE BAŞKANINA İHTİYACI VAR"

Örneğin, sosyalist milletvekili Emmanuel Grégoire, "Paris’e, yargılanan birinin değil, halk için çalışan temiz bir belediye başkanına ihtiyacı var" ifadelerini kullandı. Komünist senatör Ian Brossat ve Yeşiller Partisi temsilcisi David Belliard da benzer eleştirilerde bulunarak, sağ ve merkez sağ ittifakını "yolsuzluk çetesi" olarak nitelendirdi.

"BİZ AMERİKA DEĞİLİZ"

Macron’un partisi Renaissance içinde de tartışmalar yaşanıyor. Bazı isimler Dati’nin istifa etmesini savunurken, Adalet Bakanı Gérald Darmanin gibi bazıları ise “masumiyet karinesine” vurgu yaparak destek veriyor.

Eski bakan Clément Beaune ve bazı partililer ise Dati’nin adalet sistemine yönelik saldırgan tutumunu eleştirdi. Beaune, “Biz Amerika değiliz, yargıya saygı göstermek zorundayız.” dedi.

Ancak partideki bu bölünme, yaklaşan yerel seçimler öncesi bir risk olarak görülüyor.

Rachida Dati’nin adli süreci, Fransa siyasetinde güvenlik ve etik tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Bu kriz, hükümetin itibarını zedeleyebilir ve siyasi dengeleri değiştirebilir. Dati ise pes etmeyerek, “Her şeyi sonuna kadar savunacağım” mesajı veriyor.

Ancak kamuoyu ve muhalefet, bakanın siyasi kariyerinin ciddi şekilde yara aldığı görüşünde birleşiyor.

FRANSA VE CEZAYİR ARASINDA DİPLOMATİK KRİZ

Fransa ile Cezayir arasında diplomatik gerilimler yeni bir boyuta taşınıyor.

Son dönemde Cezayir hükümetinin, ülkede ve yurt dışında düzensiz göçmen konumundaki vatandaşlarına dahi geçerli 10 yıllık ve 1 yıllık “acil durum” pasaportları verme kararı, Paris tarafından sert bir tepkiyle karşılandı.

Fransız İçişleri Bakanı ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un koalisyon ortağı olan merkez sağcı Cumhuriyetçiler (LR) partisinin lideri Bruno Retailleau, bu uygulamanın Fransa’daki düzensiz göçmenlerin durumunu kolaylaştırıp, sınır dışı işlemlerini zorlaştıracağını savunarak, radikal bir hamleye hazırlanıyor.

CEZAYİR PASAPORTLARINI TANIMAYACAKLAR

İçişleri Bakanı Retailleau, Cezayir pasaportlarının Fransa’da resmen tanınmaması yönünde kesin bir adım atılacağını açıkladı. Bu, Fransa'nın Cezayir’e karşı aldığı en sert diplomatik tavır olarak yorumlanıyor.

Bu adım, Fransa-Cezayir ilişkilerinde zaten gergin olan diplomatik atmosferi daha da ağırlaştırırken, 1968 tarihli iş birliği anlaşmalarının yeniden tartışılmasına yol açtı.

Retailleau, Cezayir’in sınır dışı edilmesi gereken vatandaşları kabul etmemesi ve Toulouse’daki Cezayir Konsolosluğu’nun düzensiz göçmenlere yüzlerce pasaport vermesi nedeniyle sert bir tavır sergiliyor.

Macron ise, koalisyon ortağının açıklamalarını hem desteklemek hem de dengelemek zorunda kalıyor zira Retailleau, Macron’un “Macronizmi” olarak tanımladığı diplomatik yaklaşımını eleştirip, kendisini sağ siyasetin öncüsü olarak konumlandırıyor.

Bu kriz, 2027 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de yansıyor. Retailleau, daha sert ve milliyetçi bir çizgiyle seçmen tabanını genişletme peşinde.

Öte yandan, Macron hükümeti, geleneksel olarak göç ve dış politika konularında daha ılımlı bir duruş sergilemekle birlikte, kamuoyundaki baskı ve koalisyon içi çatlaklar nedeniyle stratejisini yeniden gözden geçirmek zorunda kalıyor.

İNGİLETERE'DE DOKTORLAR GREVDE

İngiltere’de yaklaşık 50 bin asistan doktor, hükümetle maaş ve çalışma koşulları konusunda anlaşmazlık nedeniyle 25 Temmuz Cuma sabahından başlayarak beş gün süreyle greve gidiyor.

Grev, ülkedeki sağlık sisteminde önemli aksamalara yol açması bekleniyor.

British Medical Association (BMA) sendikası, doktorların 2008’den bu yana yaşanan enflasyon nedeniyle maaşlarının yaklaşık yüzde 20 oranında eridiğini belirterek, hükümetten yüzde 29’a yakın bir zam talep ediyor.

Geçen yıl ise doktorlara toplamda yaklaşık yüzde 22 zam yapılmıştı ancak BMA, bu artışın yeterli olmadığını savunuyor. Sağlık Bakanı Wes Streeting ise daha fazla zam teklif etmeyeceklerini ve mevcut zammın adil olduğunu söylüyor.

Maaş meselesinin yanı sıra, doktorlar uzun çalışma saatleri, yüksek iş yükü ve sağlık sistemindeki kaynak yetersizliği nedeniyle iş memnuniyetinin azaldığını vurguluyor. Hastanelerde özellikle acil servislerde yaşanan personel sıkıntısı, grevle birlikte hasta bakımını zorlaştıracak önemli bir faktör olarak gösteriliyor.

Grev süresince hastanelerin bazı rutin operasyonları ve randevuları iptal etmesi bekleniyor. NHS İngiltere yönetimi, mümkün olduğunca rutin bakımın devam etmesini isterken, hastane yöneticileri acil hizmetlerin öncelikli olacağını ve bazı ameliyatların ertelenebileceğini belirtiyor. Önceki grev dönemlerinde on binlerce ameliyat ve hasta randevusu iptal edilmişti.

HALKIN GREVLERE DESTEĞİ AZALDI

British Medical Association, doktorların greve çıkma kararını son çare olarak gördüğünü belirtirken, doktorların greve çıkacaklarını önceden hastanelere bildirmemeleri üzerine akademik tıp kurumları uyarıda bulundu. Akademi, greve çıkacak doktorların hastaneleri bilgilendirmesi gerektiğini, aksi halde hasta güvenliğinin tehlikeye gireceğini vurguladı.

Son kamuoyu araştırmaları, halkın grevlere desteğinin azaldığını gösteriyor. Özellikle yaşlı nüfusun grevlere karşı sert tavır aldığı belirtiliyor. 

YouGov’un yaptığı anketlere göre halkın yaklaşık yarısı grevlere karşı, özellikle 65 yaş üstü kesim daha olumsuz bakıyor. Önceki grevlerde yüz binlerce operasyon ve randevu iptal edilmiş, sistemde ciddi aksamalara neden olmuştu.

Sağlık sektörü uzmanları, grevlerin hastalar için ciddi risk oluşturduğunu, bunun yerine diyalog ve müzakere yolunun tercih edilmesi gerektiğini vurguluyor. Ancak BMA, maaşlarının 2008 seviyesine getirilmemesi halinde greve devam edeceklerini belirtiyor.

İNGİLTERE VE HİNDİSTAN SERBEST TİCARET ANLAŞMASI İMZALAMAYA HAZIRLANIYOR

İngiltere Başbakanı Sir Keir Starmer ile Hindistan Başbakanı Narendra Modi, önümüzdeki haftalarda imzalanması beklenen tarihi bir serbest ticaret anlaşması kapsamında, yaklaşık 6 milyar sterlin değerinde yeni yatırım ve ihracat fırsatları yaratmayı hedefliyor. Anlaşmanın, İngiltere ekonomisine yıllık 4.8 milyar sterlin katkı sağlaması ve ülke genelinde 2 bin 200’den fazla yeni iş imkânı yaratması bekleniyor.

Bu anlaşma, İngiltere’nin Hindistan ile ticaret hacmini önemli ölçüde artırmayı ve iki ülke arasında savunma, teknoloji, eğitim gibi alanlarda stratejik iş birliğini güçlendirmeyi amaçlıyor. Özellikle yüksek teknolojili üretim, havacılık, yapay zeka ve ileri malzeme sektörlerinde yatırımların artması öngörülüyor.

Birleşik Krallık, Avrupa Birliği’nden ayrıldıktan sonra yeni ticaret ortaklıkları kurmayı önceliklendirdi. Hindistan ise dünyanın en hızlı büyüyen büyük ekonomilerinden biri olarak, İngiltere için kritik bir pazar konumunda bulunuyor. İki taraf, bu anlaşmayla ticaret engellerini azaltarak ekonomik büyümeyi desteklemeyi ve iş birliğini derinleştirmeyi hedefliyor.

Tarifelerin azaltılmasıyla İngiltere’den Hindistan’a yapılan ihracatın yüzde 60’a yakın artması beklenirken, Hint ürünlerinin İngiltere pazarında daha uygun fiyatlarla tüketiciye ulaşması öngörülüyor. Örneğin, İskoç viskisine uygulanan gümrük vergilerinin önümüzdeki 10 yılda kademeli olarak yüzde 150’den yüzde 40’a düşürülmesi, sektör için önemli bir avantaj sağlıyor.

İSTİHDAM VE YATIRIM RAKAMLARI

Anlaşmayla İngiltere genelinde yaklaşık 2 bin 200 yeni iş imkânı doğacak. Hint firmalarının İngiltere’de yapacağı yatırımların toplamı 6 milyar sterlin civarında olacak. Özellikle yapay zeka, enerji, havacılık ve gelişmiş üretim sektörleri bu yatırımlardan pay alacak. Airbus ve Rolls-Royce gibi büyük İngiliz şirketleri, Hindistan’daki siparişlerle yüzlerce kişilik istihdam yaratacak. Leicester, Manchester, Londra gibi kentlerde teknoloji ve enerji alanlarında yeni iş sahaları açılacak.

Ticaret anlaşmasıyla birlikte iki ülke arasında, Organize suç, insan kaçakçılığı ve düzensiz göçle mücadele alanında istihbarat paylaşımı ve operasyonel iş birliği artırılacak. Savunma, eğitim, iklim değişikliği ve inovasyon alanlarında kapsamlı stratejik ortaklık yenilenecek. Telekomünikasyon güvenliği ve kritik teknolojilerde işbirliği derinleşecek.

Anlaşma iş dünyasında genel olarak olumlu karşılanırken, bazı sektörler de çekincelerini dile getiriyor. Örneğin, İskoç viski üreticileri, Hint pazarında daha fazla rekabetle karşılaşacaklarını ancak uzun vadede pazarın büyümesinden umutlu olduklarını belirtiyor. Bazı Hint üreticiler ise karbon vergileri ve gümrük kuralları gibi konularda netlik bekliyor.

İTALYA'DA KADIN CİNAYETİ YASASI KABUL EDİLDİ

İtalya Senatosu, kadınlara yönelik cinayetleri ayrı bir suç olarak tanımlayan yasa tasarısını 161 oyla, oybirliğiyle kabul etti.

Yeni yasa ile kadın cinayetleri, “femminicidio” olarak adlandırılan ve kadına yönelik nefret ya da ayrımcılık temelli işlenen cinayetler olarak ceza kanununda yer alacak. Yasada, bu suçun cezası müebbet hapis olarak öngörülüyor.

Tasarı şimdi Temsilciler Meclisi’nin onayına sunulacak.

Son resmi verilere göre, İtalya’da 2024 yılında 150’den fazla kadın, aile içi ve partner şiddeti sonucu hayatını kaybetti.

Kadın cinayetlerinde Avrupa’nın önde gelen ülkelerinden biri olan İtalya’da, bu cinayetlerin büyük kısmı mevcut ya da eski eş ve partnerler tarafından gerçekleştiriliyor. Toplumda giderek artan kadın cinayetleri ve kadına yönelik şiddet, yasama organında güçlü tepki yaratmıştı.

YASANIN İÇERİĞİ

Kadına yönelik cinayetler, “femminicidio” olarak ceza kanununda ayrı ve özel bir suç kategorisi haline getirildi.

Kadının reddi, ilişkiyi bitirmesi ya da özgürlüklerinin kısıtlanmasına yönelik şiddet de bu suça dahil edildi.

Suçun cezası müebbet hapis olacak.

Yasada, cinayet mağdurunun çocuklarına yönelik maddi destek sağlanması için 10 milyon Euro kaynak ayrıldı.

Ayrıca, mevcut yasalarla bağlantılı olarak şiddet ve taciz suçlarında ağırlaştırıcı sebepler getirildi.

MELONİ: KADIN CİNAYETLERİYLE MÜCADELEDE ÖNCÜ BİR ÜLKE OLUYORUZ

Senato Başkanı Ignazio La Russa, “Parti ayrımı gözetmeksizin alınan bu karar, İtalya’nın kadın hakları konusundaki kararlılığını gösteriyor,” dedi. Başbakan Giorgia Meloni, “İtalya, kadın cinayetleriyle mücadelede öncü bir ülke oluyor. Yasayı destekleyen tüm siyasi güçlere teşekkür ederim.” ifadelerini kullandı.

Lega senatörü Giulia Bongiorno, “Bu yasa, kadınlara yönelik nefret ve ayrımcılığın cezasız kalmaması için önemli bir adım.” derken, Forza Italia’dan Licia Ronzulli ise, “Yasa önemli ama kültürel dönüşüm, eğitim ve önleyici tedbirler de şart” diyerek yasanın tek başına yeterli olmadığını vurguladı.

Muhalefet partileri, yasanın önemli olmasına rağmen kadına yönelik şiddetin önlenmesi için eğitim programları, toplumsal farkındalık ve kültürel dönüşüm çalışmalarına daha fazla yatırım yapılması gerektiğini savunuyor. Eğitim programlarının okullarda yaygınlaştırılması ve şiddete karşı toplumsal bilinç oluşturulması konusunda öneriler sunuluyor.

Yasanın Temsilciler Meclisi’nde de hızla kabul edilmesi bekleniyor. Uzmanlar, ceza sisteminin caydırıcılığının artırılmasının yanında, kadın cinayetlerinin kök nedenlerine yönelik kültürel ve sosyal politikaların da uygulanması gerektiğine dikkat çekiyor. İtalya, bu yasa ile kadın cinayetlerini tanımlayan ilk Avrupa ülkelerinden biri olarak önemli bir adım attı.

İTALYA'DA BANKALARA İSTEYEN HERKESE HESAP AÇMA ZORUNLULUĞU

İtalya Temsilciler Meclisi, bankaların müşterilerin banka hesabı açma taleplerini reddetmesini yasaklayan ve mevcut hesapların aktif bakiye varsa kapatılmasını engelleyen yasa tasarısını oybirliğiyle kabul etti.

Yeni düzenleme, finansal dışlanmayı önlemek ve tüm vatandaşların temel ekonomik işlemlere erişimini sağlamak amacıyla hazırlandı.

Tasarı şimdi Senato’nun onayına sunulacak.

İtalya’da 2024 verilerine göre, yaklaşık 3 milyon kişi banka hesabı açamıyor veya mevcut hesapları aniden kapatılıyor. Bu durum, temel ekonomik işlemlerden mahrum kalmalarına ve sosyal dışlanmaya yol açıyor. Özellikle düşük gelirli ve dezavantajlı gruplar, dijital ödeme sistemlerine ve maaş ödemelerine erişimde ciddi zorluklar yaşıyor.

Finansal işlemler için banka hesabı sahibi olmak zorunlu hale gelirken, banka hesaplarının kapanması, kredi alma ve fatura ödemelerinde önemli engeller oluşturuyor. Bu nedenle yasal düzenleme, herkesin hesap açma hakkını garanti altına almayı hedefliyor.

YENİ TASARININ GETİRDİKLERİ

Bankalar, yasal yükümlülükler kapsamında herhangi bir kişiye banka hesabı açmayı reddedemeyecek.

Hesap açma taleplerinin reddi zorunlu ve yazılı gerekçeyle 10 gün içinde bildirilmek zorunda olacak; ret gerekçeleri özellikle kara para aklama ve terör finansmanıyla mücadele kurallarına dayandırılacak.

Bankalar, hesabın aktif bakiyesi varsa, hesap kapatma işlemi yapamayacak; bu yasa, sözleşmenin tek taraflı ve aniden feshedilmesini engelliyor.

Mevcut yasadaki, hizmet sağlayıcının gerekçesiz fesih hakkı da kaldırılıyor.

Bu düzenleme, finansal hizmetlerde daha fazla şeffaflık ve tüketici koruması sağlıyor.

İtalya Bankalar Birliği (ABI), yasa tasarısını eleştiriyor. ABI, hesap kapatma sorununun yaygın bir sorun olmadığını ve yasanın bankaların serbest sözleşme hakkını zedeleyeceğini belirtiyor. Ayrıca, Avrupa Birliği düzenlemeleriyle uyumsuzluk riskine dikkat çekiyor.

Tüketici hakları dernekleri ve finansal kapsayıcılık savunucuları tasarıyı memnuniyetle karşıladı. Codacons adlı tüketici örgütü, dijital ödeme sistemlerine erişimin artmasının ekonomik eşitsizlikleri azaltacağını vurguladı ancak bankaların hesap sahiplerinden alacağı ücretlere dikkat edilmesi gerektiği uyarısını yaptı.

Yasa, Senato’dan da onay alması halinde, İtalya’da finansal dışlanmanın önlenmesinde önemli bir adım olacak. Uzmanlar, bu düzenlemenin daha adil bir ekonomik erişim sağlayacağını belirtirken, bankaların maliyet politikalarının ve müşteri hizmetlerinin de dikkatle izlenmesi gerektiğini söylüyor.

RUSYA'NIN GÜNDEMİ İSTANBUL'DAKİ MÜZAKERE

Rusya ve Ukrayna heyetleri üçüncü tur müzakerelerini, dün İstanbul'da tamamladı.

Yaklaşık bir saat süren görüşmede, taraflar doğrudan temas ve çatışmaların sonlandırılması konusunda ilerleme sağlama amacıyla üç çevrimiçi çalışma grubunun oluşturulması kararı aldı. Bu gruplar siyasi, insani ve askeri konuları kapsayacak.

Müzakere öncesinde, Rusya’nın müzakere heyeti başkanı Vladimir Medinsky ve Ukrayna heyetinden Rüstem Umerov özel bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmede liderler arasında gerçekleşmesi planlanan zirve, esir değişimi ve kalıcı ateşkes gibi kritik konular ele alındı.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın da arabuluculuk rolünü üstlendiği süreçte, iki taraf ateşkesin sağlanması durumunda Ankara’nın destek sunmaya hazır olduğunu bildirdi.

Taraflar, özellikle sivil esir değişimi ve savaş esirlerinin takası konusunda karşılıklı olarak 1200’den fazla esirin takasını öngören anlaşmaya varmaya çalıştı. Ayrıca, Rusya tarafı 3 binden fazla savaşta hayatını kaybeden Ukraynalı asker cesedinin geri verilmesini teklif etti.

Ukrayna heyeti ise ağustos sonuna kadar Rusya ve Ukrayna liderlerinin yüz yüze görüşmesi önerisinde bulundu. Buna göre, bu zirvede kalıcı barışın temelleri atılabilir.

Müzakerelerde zorlu tartışmalar sürse de taraflar, diyalog kanallarını açık tutmak ve çatışmaların azaltılması için ortak çalışma mekanizmaları oluşturmak yönünde uzlaştı.

SUUDİ ARABİSTAN'DAN SURİYE'YE YATIRIM ATAĞI

Suudi Arabistan ile Suriye arasında yeni bir dönem başlıyor.

On yıl süren iç savaş ve bölgesel krizlerin ardından, iki ülke ekonomik iş birliğini güçlendirmek ve bölgesel istikrarı desteklemek amacıyla yeni adımlar atıyor.

Suudi Arabistan, Suriye’de kapsamlı yatırım projeleri ve ortaklıklar için resmi olarak harekete geçti.

Bu gelişme, Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ın doğrudan desteği ve liderliğinde gerçekleşirken, iki taraf da karşılıklı çıkarlar doğrultusunda ekonomik iş birliğini öncelikli gündem maddesi haline getirdi.

6 MİLYAR DOLAR DEĞERİNDE 44 YATIRIM VE TİCARET ANLAŞMASI İMZALANACAK

Suudi Arabistan Yatırım Bakanı Mühendis Halid el-Falih, “Suriye’nin yatırım ortamı çok cazip ve Suudi şirketleri bölgede aktif rol alıyor” diyerek, ülkesinin Suriye’nin yeniden inşası ve kalkınmasında önemli bir ortak olmayı hedeflediğini açıkladı.

Halihazırda Suriye’de faaliyete başlayan fabrikalar bulunuyor ve önümüzdeki günlerde çok sayıda yeni proje duyurulacak.

Şu anda Şam’da bulunan Suudi heyet, 120’den fazla iş insanı ve 40 hükümet yetkilisinden oluşuyor.

Ayrıca, taraflar arasında 6 milyar dolar değerinde 44 yatırım ve ticaret anlaşmasının imzalanması bekleniyor. Bu anlaşmaların, Suriye’de yaklaşık 50 bin yeni istihdam yaratması hedefleniyor.

Suriye iç savaşı ve sonrası yıllarda, Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri Suriye’den uzak durmuş, özellikle İran’ın bölgedeki etkisi artmıştı. Ancak son dönemde Suudi Arabistan, bölgedeki siyasi ve ekonomik dengeleri değiştirmek için Suriye ile ilişkileri normalleştirme yoluna girdi.

Veliaht Prens Muhammed bin Selman, Suriye’nin yeniden yapılandırılması sürecinde Riyad’ın öncü rol üstlenmesini istiyor. Bu yaklaşım, Suudi dış politikasında yeni bir stratejinin göstergesi olarak yorumlanıyor. Hem bölgesel istikrar hem de ekonomik büyüme açısından Suriye’de yapılacak yatırımların Suudi Arabistan’a uzun vadede büyük fayda sağlayacağı öngörülüyor.

Suudi-Suriye yatırım forumunun devamında, ekonomik iş birliği ve ortak projeler hız kazanacak. Taraflar, yatırımlara engel olan bürokratik ve altyapı sorunlarını çözmek için iş birliği yapma kararı aldı. Ayrıca, Suriye üzerindeki uluslararası yaptırımların kaldırılması süreci de bu yatırımların önünü açacak kritik bir unsur olarak takip ediliyor.