- Ümit Yenişehirli, CHP'nin tek parti döneminde kurulan ve tartışmalara neden olan İstiklal Mahkemeleri'ni ele aldı.
- CHP, muhalefeti ve muhalifleri bastırmak için bu mahkemeleri kullanmış, sert hukuk uygulamaları gerçekleştirmişti.
- İstiklal Mahkemeleri'nin verdiği idam ve hapis cezaları, CHP'nin baskıcı yönetiminin bir aracı olarak sıkça gündeme gelmiştir.
Cumhuriyet Halk Partisi birkaç seçimdir, geleneksel sosyolojisinde yer almayan çevreleri kendine çekebilmek için “bütün tuşlara basma” politikasını uyguladı.
Bu taktik gereği, hem muhafazakâr hem de Kürt çevrelere “görece uygun” siyasi söylemler - bünyesine uymamakla birlikte - kullanıldı.
Son tahlilde ise CHP’nin “fabrika ayarları” bir yerden uç verdi, veriyor.
Bu uç verme sonucu da geçen ay DEVA, Gelecek gibi muhafazakâr partileri küstürecek söylemlere imza atan CHP, bu ay da “cellâda âşık olma” söylemiyle DEM Parti’yi karşısına aldı.
CHP’den, üstelik de genel başkan düzeyinde “cellât” gibi bir ifade sadır olunca, hem Kürt siyaseti çevrelerinden hem de muhafazakâr camiadan, bu partinin tek başına iktidar olduğu dönemdeki kimi fevkalade sert ceza uygulamaları da gündeme geldi, geliyor.
Son günlerdeki tartışmalar, CHP’ye işaret ederek, “Cellât kim, iyi biliriz.” tespitinde yoğunlaştı.
İSTİKLAL MAHKEMELERİ’NİN İKİ DÖNEMİ
CHP’nin, toplumu en sert yöntemlerle idare etme tartışmalarının olduğu her defasında, İstiklal Mahkemeleri’nin gündeme gelmesi kaçınılmaz oluyor. CHP, baskıcı yönetimi devrinde birçok enstrümanı kullanmış olsa da bunlar içinde İstiklal Mahkemeleri ise elbette ayrı bir yer ve öneme sahip.
Doç. Dr. Seyfettin Aslan ile Öğr. Gör. Tahir Dündar’ın, Mardin Artuklu Üniversitesi Mukaddime Dergisi’nin Mart 2014 sayısı için kaleme aldıkları, “Cumhuriyet Döneminde İstiklal Mahkemeleri” başlıklı makale, olağanüstü nitelikteki mahkemelerden olan İstiklal Mahkemeleri’nin mahiyetine dair pek çok bilgi içeriyor. Dönemsel olarak birisi Kurtuluş Savaşı sırasında diğerleri ise Cumhuriyet’in ilanından sonra olmak üzere kurulan İstiklal Mahkemeleri’nin ilki, artan asker kaçaklarını önlemek, kamu düzenini sağlamak gibi konulara odaklanmıştı. Cumhuriyetten sonra yeniden oluşturulan İstiklal Mahkemeleri ise bazı silahlı kalkışmalar da gerekçe gösterilerek CHP yönetimine yönelik muhalefeti bastırmak amaçlıydı.

MAHKEME ÜYESİ: AMACIMIZ VAR, O YÜZDEN BAZEN KANUNUN ÜSTÜNE ÇIKARIZ
4 Mart 1925 tarihinde Meclis’te kurulan Ankara İstiklal Mahkemesi’nin reisi Afyonkarahisar Mebusu “Kel” lakaplı Ali Çetinkaya, savcısı Denizli Mebusu Necip Ali Küçüka, üyeleri Gaziantep Mebusu “Kılıç” Ali, Rize Mebusu “Bakkal” Ali Zırh ve yedek üyesi Aydın Mebusu Reşit Galip’ti. Bu mahkeme; Kel, Kılıç ve Necip Ali isimli üyeleri yüzünden, “Üç Aliler Divanı” diye anılacaktı. Mahkemeye bilahare katılan üyelerden biri olan Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit Özdeş’in bir duruşmada sarf ettiği, “Bizim belli bir amacımız vardır. Ona varmak için ara sıra kanunun üstüne de çıkarız.” sözleri, İstiklal Mahkemeleri’nin “nasıl bir mahkeme” olduğu hakkında ipucu vermekteydi. Ali Çetinkaya da savunma hakkıyla ilgili olarak, “İstiklal Mahkemelerinin üst mahkemesi, bizim de avukat cambazlıklarına ayıracak vaktimiz yok.” demişti.
ŞAPKALI DİYE GAZETECİ DÖVEN MAHKEME BAŞKANI, BİRKAÇ GÜN SONRA ŞAPKA TAKTI
Ankara İstiklal Mahkemesi, hem çalışma bölgesinin genişliği, hem de baktığı “muhalefet partisinin baskı altına alınması, basının susturulması, İzmir suikastı ve Şapka Kanunu” ile ilgili davalar bakımından Cumhuriyet döneminde kurulan en önemli İstiklal Mahkemesi’ydi.
Göreve başladıklarında şapkayla ilgili henüz bir karar alınmadığı için gündeminde böyle bir konu da bulunmayan mahkeme başkanı Kel Ali, haber yapmak için mahkemeye gelen Vakit gazetesi muhabiri Hikmet Şevki’yi hasır şapkayla görünce küplere binmişti. “Nedir bu kepazelik ulan? Bu şapka da ne geri zekâlı? Baban da mı şapka giyerdi?” diyerek muhabiri tartaklayan Kel Ali, birkaç hafta sonra şapka kararı açıklandığında ise Ankara Garı’ndaki devlet erkânını karşılama törenine başındaki gösterişli şapkasıyla katılacaktı.

SEYYAR ÇALIŞAN MAHKEME
Henüz “Şapka Kanunu” çıkmadan yerel otoritelerin, halkı şapka giymeye zorlaması sonucu Anadolu’nun çeşitli yerlerinde tepkiler ortaya çıkmaya başlamıştı. Beliren bu tepkileri bastırmak ve suçluları yerinde cezalandırmak amacıyla Ankara İstiklal Mahkemesi de “seyyar” hale getirilmişti. Buna göre; Başbakan İsmet İnönü Ankara’dan, olay çıkan şehri söylüyor, mahkeme de hemen arabalara atlayıp o şehrin yolunu tutuyor, mahallinde yargılamaları yapıp, idam ve hapis cezaları veriyordu. Mahkeme bu çerçevede; Kayseri, Sivas, Erzurum, Rize ve Giresun’a gitmişti. İlk furyada Sivas’ta 1, Rize’de 8, Giresun’da 2 kişi idam edilmişti. Bu arada, Erzurum Valisi’nin halka ateş açtırması sonucu üç vatandaş da hayatını kaybetmişti. Ankara İstiklal Mahkemesi, görev yaptığı iki yıl içinde ise 2436 kişiyi yargılayıp, toplam 240 kişiyi idama mahkûm etmişti.
İDAM CEZALARI BİLE “VİCDANÎ KANAAT”LE VERİLİYORDU
O günlerde, İslam âlimi merhum İskilipli Atıf Hoca da önce Giresun’daki şapka olaylarıyla ilgili yargılanmış ancak beraat etmişti. Ankara İstiklal Mahkemesi ise birkaç gün sonra Atıf Hoca’yı, “Şapka Kanunu”ndan bir yıl önce yazdığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı risalesi gerekçesiyle tutuklayarak Ankara’ya sevk etmişti. Sadece üç gün süren davada savcının bile, kitabın eski tarihli olmasını kabul etmekle birlikte, yeni olaylarda etkisi bulunduğunu iddia ederek, “vicdanî kanaatince idam cezası” istemesi ve heyetin de aynı görüşü benimsemesiyle 4 Şubat 1926’da İskilipli Atıf Hoca hakkındaki idam kararı, Meclis’in yakınında, Samanpazarı Meydanı’nda infaz edilmişti.

İSYAN DAVASINA “ŞER YUVASI TEKKE VE ZAVİYELER” DE EKLENDİ
Şeyh Said isyanını bastırmak amacıyla yine 4 Mart 1925 tarihinde Meclis kararıyla kurulan Şark İstiklal Mahkemesi’nin reisliğine ise Denizli Mebusu Mazhar Müfit Kansu, savcılığına Karesi (Balıkesir) Mebusu Ahmet Süreyya Örgeevren, üyeliklere de Urfa Mebusu Ali Saib Ursavaş ve Kırşehir Mebusu Lütfi Müfit Özdeş ve Bozok (Yozgat) Mebusu Avni Doğan seçilmişti. Bu mahkeme, Diyarbakır, Elazığ, Urfa ve Malatya illerinde yaklaşık iki yıl çalışmıştı.
Şark İstiklal Mahkemesi’nin ilk olarak baktığı ve en çok ses getiren dava, Şeyh Sait ve arkadaşları hakkındaki davaydı. Duruşmalar sonunda açıklanan kararda, “isyanın din ve şeriat araç yapılarak gerçekte bağımsız bir Kürdistan kurmaya yönelik olduğu” belirtilmişti. Seksen bir sanıktan, Şeyh Said’in de aralarında bulunduğu 47 kişinin idam kararları, 29 Haziran 1925 Pazartesi günü Diyarbakır’da Dağkapı Meydanı’nda infaz edilmişti. Mahkeme heyeti, kararın son kısmına “tekke ve zaviyelerin şer ve fesat yuvası oldukları” ifadesini ekleyerek, bölgedeki tüm tekke ve zaviyelerin kapatılması kararını da almıştı. 30 Kasım 1925’te de Meclis’te alınan kararla ülke sathındaki tekke ve zaviyeler kapatılmıştı.

“DİNE BAĞLI PARTİ OLMAK” DA SUÇ KAPSAMINA GİRDİ
Tek parti CHP iktidarının kurguladığı yargılama mizanseninden elde edilmek istenen bir amaç da göstermelik olarak kurdurulan ancak milletin CHP yönetiminde bezginliği sonucu bir anda çekim merkezi haline gelen muhalefet partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası aleyhine kullanılabilecek malzemeler elde etmekti.
Yargılananlardan biri olan Şeyh Eyüp’ün duruşmasında heyet, nihayet aradığını bulmuştu. TCF’ye dair kendisine sorular sorulunca Şeyh Eyüp, “TCF’yi beğendiğini, parti yetkililerinin kendisine, ‘TCF’nin dine bağlı olduğunu, CHP’nin ise dini batırdığını’ söylediğini” anlatmıştı. Mahkeme de bu sözlere atıfla, “din ve mukaddesatı kullanarak halkın arasına nifak soktuğu” gerekçesiyle TCF’nin bölgedeki teşkilatını kapatmıştı. Mahkeme, parti programındaki, “Parti düşünceye ve dini inanışa saygılıdır.” ifadesini de “Hıyanet-i Vataniyye” kapsamına almıştı. Zaten, Bakanlar Kurulu da 3 Haziran 1925’te toplanarak “Takriri Sükûn Kanunu gereğince” TCF’nin tümden kapatılmasına karar vermişti.
ŞARK İSTİKLAL MAHKEMESİ: 420 İDAM KARARI VERDİK
1927 yılına gelindiğinde, Şark İstiklal Mahkemesi ile Ankara İstiklal Mahkemesi’nin görevlerine son verildiği açıklanmıştı. Şark İstiklal Mahkemesi’nin TBMM başkanlığına gönderdiği yazıda, yargılamaların başladığı 12 Nisan 1925’ten 7 Mart 1927’ye kadar 207 vicahi, 213 gıyabi toplam 420 idam kararı verildiği, idamların yerine getirildiği, 1911 kişinin çeşitli hapis cezalarına çarptırıldığı, 2779 kişinin de beraat ettiği belirtilmişti.
