Ayşe Böhürler olayından hareketle İkinci Cumhuriyet gerçeği
AK Parti milletvekili olduğunu öğrendiğim ( İtiraf edeyim ben Ayşe Hanım’ın milletvekili olduğunu tamamen unutmuştum.) Ayşe Böhürler’in CHP’li Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe’nin tutuklu olduğunu bilmeyip, Hakan Bahçetepe’nin CHP’den AK Parti’ye transfer olduğunu zannetmesi, Türk medya ve siyaset hayatında konuşuluyor şu an.
Herkes birbirine Ayşe Böhürler’in Habertürk TV’de “rezil olduğu” anları atıyor. Buna AK Partili diğer vekiller ve AK Parti medyasında çalışan gazeteciler de dahil.
“Rezil olma”yı parantez içinde kullanıyorum çünkü televizyonculuk kariyerinden tanıdığım, medyada güzel işlere imza atmış Ayşe Hanım’ın rezil olduğunu düşünmüyorum. Hatta Ayşe Böhürler’e yüklenilmesini, taarruz edilmesini doğru bulmuyorum.
Mesele Ayşe Böhürler’in siyasal gündemden uzak olması meselesi değildir. Mesele bugünkü Türk siyasal rejiminde parlamento ve parlamenterin işlevsizleşmesiyle ilgilidir.
Böhürler de TBMM’nin AK Parti’den bir mensubu olarak kendini tamamen işlevsiz hissetmiş olacak ki artık gündemi takip etmeyi de bir kenara bırakmış. Bu, birçok milletvekilinin yaşadığı bir duygu durumu bugünkü Türkiye’de.
Esas mesele 2016 senesinde fiilen kurulan İkinci Cumhuriyet döneminde hükümet eden parti rolünde olduğu hala sanılan AK Parti diye bir partinin hala olup olmadığı meselesidir.
Önümüzdeki sual şudur: 2016 senesinde fiilen kuruluşu gerçekleşen İkinci Cumhuriyet döneminde hala Birinci Cumhuriyet dönemindeki anlamıyla AK Parti diye bir olgu var mıdır?
Ben bu soruya 4 sene önce, 2021 senesinde cevap vermiştim. Vereceğim cevap 2021’dekiyle aynıdır.
2021’de İkinci Cumhuriyet yada diğer deyimle yeni siyasal rejim henüz 5 yaşındaydı. Şimdi ise İkinci Cumhuriyet tam 9 yaşında hatta 7 Haziran 2015 dönemecinden bu süreci başlatırsak 10 yaşında.
Bundan 4 sene önce 2021 senesinde yayınlanmış “Mevcut Türk siyasetinde AK Parti diye bir olgu var mı?” yazımı yorumsuz olarak yayınlıyorum.
… Son dönemde “iktidar" gibi "hükümet-muhalefet" gibi kavramların yaşadığımız Türkiye’yi anlatmakta yetersiz kaldığını ifade etmeye çalışan bir yazarım.
Bugünkü Türkiye’yi klasik kavramlarla anlamak mümkün değil. Şu an medyada ve siyasi hayatta bir demokrasi tiyatrosu oynanıyor.
Ülkede yeni bir siyasal rejim gerçeği var ve muhalif zannettiğimiz çoğu unsur da bu rejimin bir parçası.
Yani hangi iktidardan, hangi muhalefetten bahsedeceğiz? Belli değil.
Akılda kalsın diye sloganik biçimde diyorum ki bugün hükümet yok, rejim var. İktidar yok, rejim var. Bir devlet rejimi.
Erdoğan bu rejimin başkanı ama rejim sadece Tayyip Bey demek değil. İşte bugün Türk aydınlarının önündeki temel mesele bu rejimi anlamak ve tanımlamaktır.
“Muhalefet”i de iyi analiz etmek gerekir. Kimileri açıktan rejim için çalışan "muhalif". Yani “Devletim bana muhalefet görevi verdi" kafasını yaşayanlar.
Fakat buna rağmen kimi "muhalif" kanallarda çıkıyorlar, üstelik muhalif kesimi dolduruşa getirip "katarsis" yaşatıyorlar.
Bir de kendini gerçekten muhalif zanneden, hakikaten de öyle olan ama bugünkü rejimin ideolojisini önemli oranda paylaşan ve dolayısıyla istese de muhalif olamayacak bir kesim var. Ulusalcı, İslamcı ya da milliyetçi-muhafazakar olarak kendini tanımlayan ve muhalif olduğunu söyleyenler bu kategoriye giriyor.
Öte yandan liberal veya solcu olup mevcut siyasal rejimi tahlil etmeyen ya da ideolojik körlükten edemeyen bir kesim de var.
Bunları da "sisteme zerre zarar veremeyen etkisiz muhalif" kategorisinde görebiliriz.
Zaten onlara rejimin alan tanımasının ve otoriterliğini bu kategoridekilere neredeyse hiç göstermemesinin temel sebebi bu.
Onlar da sol muhalif kesimin yüreğini bir şekilde soğutup, mevcut düzene bilmeden de olsa dolaylı fayda sağlıyorlar.
Bir yazar ya da siyasetçi muhalif olduğu rejimin ne olduğunu bile bilmiyorsa ya da anlayamamışsa zaten istese de muhalif olamaz. Bu kategorinin mükemmel bir örneği Ruşen Çakır mesela.
BUGÜNKÜ SİYASETİN ANCAK YÜZDE 20'Sİ PARTİLER VE SEÇMEN ÇEMBERİNDE YAPILIYOR
Bu arada AK Parti'nin yeni bir rejim ürettiğini asla söylemiyorum.
Bırakın yeni rejim üretmeyi AK Parti mensuplarının büyük çoğunluğunun mevcut rejimin ne olduğunu anlayamamak noktasında CHP'lilerden pek de farklı olduğunu düşünmüyorum.
Günümüz Türk siyaseti, yüzde 80 oranında devlet içinde ve devlet çemberinde yapılan bir siyaset.
Siyasetin ancak yüzde 20’si partiler ve seçmen çemberinde yapılıyor. Dolayısıyla bugün "AK Parti'de ne oldu, CHP'de ne oldu, o ne dedi, bu ne dedi" haberciliği de eskisi gibi anlamlı ve işlevli değil. Zaten medyanın krizi de biraz buradan kaynaklanıyor.
Türkiye'yi anlamak için siyasi parti koridorlarında ne olup bittiğinden ziyade devlet ve rejim içindeki siyasi dengeleri bilmek ve anlamak gerekiyor.
Şöyle ifade edeyim: Bugünkü Türkiye'de AK Parti diye bir olgu hayli zayıflamış durumda hatta abartarak söyleyeyim, böyle bir olgunun hala olup olmadığından bile emin değilim ama Recep Tayyip Erdoğan diye başlı başına bir olgu ve kurum var.
Erdoğan hem devletin ve rejimin başkanı hem de kendi başına bir siyasal kurum. Yani elinde devlet gücü ve yetkisi olmasa bile yarın unutulup gidecek silinip bir kenara atılacak bir aktör değil. Ona göre hazırlıklarını yapmış bir lider.
Cumhurbaşkanı Erdoğan aynı zamanda devletin içindeki tüm ideolojik ve bürokratik dengeleri, güvenlik-istihbarat-savunma üçgeninde bir satranç oyuncusu gibi yönetmeye çalışan bir siyasetçi.
İşte bu üçgenin hassasiyetleriyle Erdoğan'ın hassasiyetlerinin kesiştiği ve örtüştüğü yer bugünkü Türk siyasal rejimini tanımlıyor.
Yargı da bu kesişim kümesinin bir parçası. Bugünkü yargıyı bu bağlamda anlamak gerekir.
Yani rejim ve devlet sadece Erdoğan demek asla değil. Hatta Erdoğan mevcut rejimin paratoneri ama Etyen Mahçupyan'ın tarif ettiği kadar "edilgen" bir aktör olduğunu da söylemek mümkün değil.
Yani Rejim ya da Devlet yarın isterse Erdoğan'ın yerine başka birini başa geçirip aynı İttihatçı rejimi devam ettirir, Erdoğan'ı da bir kenara atar diye özetlenebilecek tez, bence isabetli bir teşhis çerçevesi değil.