Lozan, İsmet İnönü ve Mustafa Kemal Atatürk
Yine döndük, dolaştık ve Lozan meselesine geri geldik.
Yeniden Lozan Anlaşması hadisesi, Türk medya ve siyaset hayatında konuşuluyor.
Yine Kemal Paşa ile İsmet Paşa üzerinden malum kısır tartışmalar ve mukayeseler.
Bu arada muhalif kanallarda da bu konular açıldı mı ha bire Atatürk övülerek, hatalar olmuşsa bunları İnönü’nün yaptığı söyleniyor.
Atatürk dokunulmaz ve eleştirilmez, İnönü ise günah keçisi. CHP medyasının gözünde bile öyle.
Tayyip Bey de, zaman zaman İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetmeyi sever. Atatürk’ün İnönü’ye gönderdiği bir telgraftan bahseder bazen konuşmalarında.
Türkiye’de Kemal Atatürk’e hiç dokunulmayıp sürekli İsmet Paşa’ya yüklenilmesi beni vicdanen çok rahatsız ediyor.
Elbette, Lozan esnasında İnönü’nün performansının başarılı olmadığı doğru bir tespit. Lozan, bir kutsal metin değil. Eksik ve aksak bir tapu senedi.
Fakat 1950’den beri sağcı siyasetçilerin her zaman sadece İnönü’yü günah keçisi haline getirmesi, benim sevimsiz bulduğum bir olaydır.
Birçok muhafazakâr entelektüel de benzer yolu izler. “Atatürk iyidir, İnönü kötüdür”le özetlenecek sözler ederler.
Öte yandan bunun anlaşılır bir tarafı da var. Kemal Atatürk bu ülkenin en büyük “tabu”su.
Atatürk’ü açık açık bir siyasetçinin eleştirmesi kolay değil. İsmet Paşa ise hiçbir zaman tabu olmadı bu ülkede.
O yüzden son 75 senelik siyasi tarihimizde sık sık en ağır dille eleştirilebildi.
Ayrıca birçok Kemalist yazar da İnönü’yü “günah keçisi” ilan etti. İrticanın hatta karşı-devrimin 1938’le birlikte başladığını ifade eden Kemalist yazar sayısı az değildir.
27 yıllık tek parti diktatörlüğünün aşırılıklarının da hesabı genelde sadece İsmet Paşa’dan sorulur.
Yine kimi Kemalistler de “Atatürk daha demokrattı, kimi faşizan uygulamaları hep İnönü yaptı” deyip, Kemal Paşa’yı bu eleştirilerden muaf tutmak ister.
Tek parti rejimi, totaliterlikle otoriterlik arasında salınan bir rejimdi.
Nitelikli birçok tarihçimizin belirttiği gibi o dönemin bazı uygulamalarında Mussolini etkisini görmemek de imkânsızdır.
Peki, bu tip eğilimlere İsmet Paşa mı sahipti? İsmet Paşa’nın eğilimleri mi bu aşırılıkların kaynağıydı?
Bence durum tam aksinedir. O döneme dair derin okumalara daldıkça bir süre sonra İsmet Paşa’ya belli oranda haksızlık yapıldığı kanaatine vardım ben. Bana göre İsmet Paşa, dönemin faşizan icraatlarında “teşvik edici” olmaktan ziyade “frenleyici” işlev görmüş bir adamdır.
Karakteri gereği radikal, keskin ve aşırıcı olan Kemal Paşa’dır.
Mesela eğer İsmet Paşa tek yetkili olsaydı kesinlikle “dil devrimi” denen felakete imza atmazdı. Kemal Paşa dil devrimi/harf devrimi fikrine kapıldığı zaman kendisine Enver Paşa’nın 1910’lu yıllardaki birbirinden ayrılmış harflerle yazılan Arap yazısını benimseme yönündeki başarısız olmuş saçma sapan teşebbüsünü hatırlatan İsmet Paşa’ydı. O sebeple harf devrimi iki yıl gecikmişti.
İsmet Paşa, Atatürk’ün bu tür aşırılıklarına karşıydı ama Kemal Paşa “yapılacak” dedikten sonra da tam bir görev adamı olduğu için alınan karara uyardı.
İsmet Paşa’ya dair tüm dış gözlemcilerin ittifak ettiği bir husus vardır. Paşa tam bir ihtiyat ve itidal adamıdır.
Mesela Atatürk’e yönelik suikast girişiminin arkasında büyük bir komplo olduğu fikrini de hiçbir zaman benimsemedi İsmet Paşa.
Rauf, Ali Fuat ve Kâzım Paşalara yönelik Atatürk’ün kafasındakileri durduran adam da İsmet Paşa’dır.
Nitekim Kemal Paşa vefat eder etmez tüm bu Milli Mücadele komutanlarına “iade-i itibar” ederek bu isimleri eski mevkilerine getirmek konusunda öncülük eden de İsmet Paşa’dır.
1972 yılında CHP kongresinden kendi isteğinin dışında bir karar çıkarsa istifa edeceğini vurgulaması ve sonrasında da söz verdiği gibi istifa etmesi, koltuğunu Bülent Ecevit’e vermesi de İsmet Paşa namına hayırla anılacak bir durum bence. Mustafa Kemal’in hayatta böyle bir şey yapacağını düşünmüyorum.
Ayrıca 1950’de çok partili rejime geçmemize İsmet Paşa’nın “zorunda kaldığı” için razı olduğu görüşü de bence doğru değil.
Belli bir süre ben de böyle inanırdım. Sonrasında öyle bir objektif “zorunluluk” olmadığı kanaatine vardım.
İsmet Paşa, Portekiz benzeri bir modelle “Batı ittifakı”ndan kopmadan yarı-diktatörlük rejimini sürdürebilirdi.
Çok partili rejime geçişte İsmet Paşa’nın ılımlı ve alçakgönüllü karakterinin çok büyük etkisi olduğunu düşünüyorum.
Açık söyleyeyim öyle bir durumda Kemal Paşa’nın böyle sorunsuz biçimde iktidarı devredeceğine asla inanmıyorum.
Atatürk, elinde böyle bir güç varken makamını demokratik yollardan devredecek karakterde bir adam değildi.
Dankwart Rustow’un, İsmet Paşa’ya dair “Demokrasiyi mümkün kılmak üzere, elindeki ancak bir diktatörde bulunabilecek güçten feragat eden dünyadaki tek devlet adamı” yorumu ilginçtir.
Bence abartılı ve aşırı bir yorum bu, fakat belli oranda gerçeği yansıtıyor.
Sonuç olarak İsmet Paşa’nın dünya görüşünü benimsemeyen hatta o dünya görüşüne tam zıt fikirlere sahip biriyim ben, herkesin bildiği gibi.
Fakat adalet ve hakkaniyet gereği İsmet Paşa söz konusu olduğunda “Vur abalıya!” mantığından da hoşlanmıyorum.
Atatürk’ün de her siyasetçi tarafından özgürce eleştirileceği bir Türkiye istiyorum.
Böylece rahmetli İsmet Paşa da “günah keçisi” olmaktan kurtulur diye düşünüyorum.