Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk
Özel İçerik

Ebru Cündübeyoğlu

Ebru Cündübeyoğlu’nu ekranlardan tanıyoruz. Şimdi ise, uzun yollardan çok severek, çok araştırarak geçip bize ulaşan romanı “Ferda” ile karşımızda. Dünyayı saracak samimi bir gülüşü var. Hani denir ya, “Ekranda nasıl görünüyorsa, o!” Aynen öyleydi. Buluştuk, zaman nasıl geçti anlayamadık. Ne çok güldük, ne enerjik bir röportaj oldu. Tabii biraz da uzadı sohbetimiz. İki güne pay ediyorum. Doya doya okuyalım. Okurken enerjisi size de bulaşsın…

EVET, İNSAN BELKİ SEVDİKLERİYLE KENDİNİ ANLATABİLİR


- Hep başladığım klasik soruyla başlamak istiyorum. Ebru Cündübeyoğlu kimdir? Bizim gördüğümüzün dışında, kendi içinde…

Ben kimim? Kimim ben? Çok felsefik bir şey bu! En zor soruyla başlıyormuşsun. (Gülüyor) İnsanın kendini anlatması, bilmesi o kadar zor ki! Bunun için koca bir ömür gerekiyor zaten. O yüzden nasıl anlatsam bilemedim.

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

- Neleri seversiniz, buradan giriş yapabiliriz belki…

Evet, insan belki sevdikleriyle kendini anlatabilir. Neleri seviyor ya da hayal ediyorsan, seni daha iyi anlatabilir. Ne seviyorum? Güzel şeyler seviyorum. Güzel duyguları seviyorum. Gülmeyi seviyorum. Ailemi çok seviyorum. Kızımı çok seviyorum. İşimi çok seviyorum. Hikâyeler üretmeyi çok seviyorum. Sanırım bunlar beni anlatıyor…

- Sizi ekranlardan izlerken şimdi romanımız var J Öncelikle hayırlı olsun…

Ah romanımız var! Teşekkür ederim.

- Nasıl bir yolculuktu bu?

Çok güzeldi. Zaten genel olarak yolculukları seven bir insanım. Yazmak bana çok uzak bir şey değildi. Her zaman hayatımın içinde vardı. Ama bu ürün biraz geç oluştu, geç çıktı diyebilirim. Yoksa ben hep yazıyordum.

- Bir de şiir kitabınız vardı…

Evet, 2005 senesinde çıkmış, “Aşılı Kolum” isminde bir şiir kitabım var. Kalem ile beyaz kâğıtlar üzerinde toz bulutları döndürmek, çevirmek benim için çok yabancı bir şey değil. O yüzden bu romanın çıkışına hiç şaşırmıyorum. Her şeyden önce hep benim içimde olan bir şeydi yazma arzusu, tutkusu…

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

ASLINDA BİR SENARYOYDU FERDA


- Peki nasıl başladı da buraya geldi?

Aslında bir senaryoydu Ferda. Daha önce pek çok senaryo kurslarına katıldım; hikâyeler yazdığım ve kafamda olduğu için. Bu projede de senaryo bana verildi. Eşimle birlikte yapmayı düşündüğümüz bir film projesiydi. Sevgili Zeynep Atakan vesile oldu diyebilirim. Çünkü onun yapımcılık kursuna da beraber gittik. Bu proje kapsamında ben böyle bir yola çıktım.

- Ne kadar sürdü?

Dört buçuk sene kadar biz hemhal olduk bu hikâyeyle. Sonra filmi, birtakım bütçesel sıkıntılara düştüğümüz için çıkaramadık. Biz ikimiz cesaret edemedik böyle bir işe girişmeye; öyle yarım kaldı.

- Sonra?

Onca zaman verilmiş bir hikâyem ve çok da emek vardı. Bu öyle senaryo olarak bir köşede kalsın istemedim. Bunu romanlaştırmak istedim. Genelde tam tersi olur, romanlardan senaryoya gidilir. Benimki tam tersi senaryodan romana evrildi. Fakat bu dönüş benim için hayatımın en güzel, en keyifli zamanlarından biri oldu diyebilirim. Çünkü galiba zaten benim esas aradığım, beni tatmin ve mutlu eden roman yazmakmış.

- Neden peki?

Çünkü o zaman bir anda görüntülerden kurtulup daha fazla kelimelerle oynayabilme ve onların içinde dans edebilme imkânım oldu. Duyguları daha fazla ayrıntılı, detay detay anlatabilme imkânı sağladı bana. Benim için çok keyifli bir süreç, çok güzel bir serüvendi. Bunda hem edebi olarak, ruhsal olarak beni tatmin eden bir şey var, hem de beni bilgi birikimi olarak doldurduğu bir süreç oldu.

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

- Araştırma süreciniz nasıl geçti?

Hikâyede kadın kahramanımın başına gelen bir hastalık var: Alzheimer. Bir taraf da tıbbi konular ile ilgili oldu. Öncelikle pek çok doktor görüşleriyle başladım. Hikâyeme hastalığın uygun olup olamayacağı ya da bunu nasıl anlatacağımla ilgili pek çok hastalığı araştırmaya başladım. Hasta yakınları, Alzheimer derneklerinin yayınlarını takip ettim. Bu bir dalı olarak böyle geçti. Ama esasen hikâye, bir hastalık anlatmıyor.

- Neyi anlatıyor?

Bir yolculuğu anlatıyor. Bir yolculuktaki bir han diyelim; pek çok şeyin değiştiği bir han bu hastalık. Hikâyeme çok hizmet etti ve gerçekten kendimi bir okul bitirmiş gibi hissediyorum. Çünkü pek çok şeyle ilgili araştırma yapmam icap etti. Hastalıktan tutun Ferda’nın akademik kariyerinde başına gelebilecekleri, takdir edersiniz Ferda’nın da yaşı da ileri, 70 yaşlarında bir kadını anlatıyorum. Hissetmek, onun dönemlerini araştırmak, nelerle karşılaşmış olabileceğini bilmek… Hayatına giren bir kuş gözlemcisi var. Hepsini bilerek, isteyerek ve öyle olması gerektiği için karakterleri de. Pek çok bilginin içinde, aslında bunlar çok diplerde, derinlerde, ama üstte giden bambaşka bir hayat hikâyesi var.

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

BENCE ASLINDA EN GÜZEL ŞEY, BASİTLİĞİN İÇİNDEKİ MUHTEŞEMLİĞİ BULABİLMEK


- Peki hâlâ bir filme dönüşme ihtimali var mı?

Tabii, neden olmasın. Zaten çoğu okuyandan şöyle yorumlar geliyor: “Seyreder gibi okuduk!” Öyle bir izlenim var.

- Evet, bence de. Aslında ben bunu biraz oyunculuğunuza yormuştum. Ama bambaşkaymış tabii…

Evet, evet senaryodan kaynaklı; ama tabii ki bunda oyunculuğumun da etkisi çok fazladır diye düşünüyorum. Çünkü ben onu yazarken, oynar gibi de hissettim. Her karakteri, her şeyi anlatırken sanki “Ben oynasaydım nasıl oynardım”ın da etkisi var içinde.

- Oynarsınız da belki?

Yaşlı Ferda’yı oynayamam şimdi belki, ama ileride neden olmasın. Arkadaşımın tiyatro oyununa çevirmek gibi bir talebi de oldu. Olabilir, neden olmasın. Bir roman, oyunculuk bunlar hiç birbirinden uzak şeyler değil. Birbirlerine kaynaşmış şeyler…

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

- Bu noktada şöyle bir şeye değinmek istiyorum. “Hımm, oyuncu, sanatçı vs. değil miydi? O da mı kitap çıkarmış?” algısına nasıl bakıyorsunuz?

Evet, böyle bir şey var. Ama benim hayatım zaten hikâyelerle geçti ve bu sanatıma uzak düşen bir şey değil. Bu şeylerle karıştırılıyor. Bazı ünlülerin kitapları oluyor. Merak edilen ünlüler olduğu için hatıraları onların ağzından anlatılabiliyor. Ama bu apayrı bir dal. Benim yaptığım farklı bir şey, ben bir roman yazdım. Başımdan geçen bir şey, biriktirdiğim anılarım değil. Belki de o yüzden bu yoğunluğun, çıkan başka isimlerin arasında görülse de fark edilecektir. Bir yerde olacaktır diye düşünüyorum.

- Peki kitabın adı neden Ferda?

Hep Ferda diye bende kayıtlıydı. Ferda diye çıktı. Hiç de daha da ötesini düşünmedim. Yeterdi o çünkü.

- Beni de sadeliği çekti aslında. Ama çarpıcı isimler tercih edilir ya, öyle olmayışı dezavantaj gibi…

Bence aslında en güzel şey, basitliğin içindeki muhteşemliği bulabilmek! Yani çok muhteşem şey zaten muhteşemdir. Bu hissi size hemen verir. Bir de şöyle ki, çok basit bir şeye bakarken içindeki muhteşemliği görürsünüz, bir de onun verdiği his var. Galiba onun verdiği hisse ulaşabilmek aslında çok daha güzel, daha önyargısız ve daha sınırsız bir şey.

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

SANIRIM BU KİTAP BENİ BİRAZ BÜYÜTTÜ


- Peki Ferda nasıl bir kadın? Özellikle sizin dünyanızda… Okuyan herkes kendince bir Ferda yaşayacak, ama siz dört buçuk yıl onunla yaşadınız…

Yaşadım valla… Ben özleyeceğim onu. Çok enteresan bir şey. Şimdi dört buçuk sene de az buz bir zaman değil. Yazarken yavaş yavaş kendi kendinize bir karakter yaratıyorsunuz ve bu tabii ki benim duygularımdan, düşüncelerimden çıkan bir şey olduğu kadar tabii ki benzer yanlarımız ister istemez çok olduğu gibi, hiç benzemeyen yanlar da var. Çok iki ucun arasında giden bir şeymiş. Bunu hissettim. Yani ben gibi ve asla ben gibi değil. İki uç arasında gidip geldim yazarken ve sadece Ferda değil, onunla birlikte hayatıma giren bir sürü isimler var ve onlar da farklı yerlerde duruyordu, farklı açılarda. Hep açı değiştirerek aynı yere, aynı hikâyeye, aynı manzaraya belki de “Kaç açıdan bakılabilir?”in peşine düştüm ve bu benim içimde pek çok şey! O yüzden sadece benim diyemeyeceğim. Bir sürü gözlem, bir sürü farklı tatla, bir sürü farklı renkle bakmaya çalıştım karşımdaki resme.

- Mesela?

Mesela Ferda’nın ne kadar ayakları yere basan sımsıkı bir kadın karakter, ayakta durmayı ve basmayı seven ve bundan güç alan bir kadın olduğunu anlatırken, kuş gözlemcisinin aslında ne kadar yere basmak istemediği, ne kadar çok unutursa hayatta o kadar daha iyi olabileceğini anlatan bir gözle baktım. Mesela daha fazla kendini birilerine teslim etmeyi seven ve bunun peşinde olan, teslimiyet duygusunun önemini anlatan bir kızı varken Ferda, teslim olmamanın, kendine ait olmanın peşine düşmüş bir kadın. Bambaşka açılardan bakabilmek, insanın aslında “Benim!” diyebileceği, “Bana göre yazdım” diyebileceği bir şey değil. Pek çok şeyi empati kurarak yaşatmak gibi olurdu ve sanırım insanı en fazla büyüten şeylerden biri de bu. Ve sanırım bu kitap beni biraz büyüttü.

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

- Güzel bir şey mi büyümek?

Güzel, güzel tabii. Çünkü büyümek galiba şöyle bir şey: Büyümek, genişlemek, daha fazla şekilde bakabilmek! Büyümek o! Yani daha geniş bakabilmek! Kendin gibi, kendin gibi değil de, başkaları gibi, onun gibi, bunun gibi, daha değişik, hiç olmayan şekilde bir şeylere bakabilmek sanırım. İnsanı büyütüyor, genişletiyor. Açısını genişletiyor.

- Aslında bu bir yandan da demek oluyor ki, bu roman etrafınızdan pek çok şeyi içeriyor. İyi bir gözlemcisiniz aslında!

Evet! (İçten gülerek) Hayatımda en başarılı yaptığım şeylerden biri, gözlem. Severek yapıyorum ve iyi yapıyorum.

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

AZ KELİMELERLE ÇOK ŞEY ANLATMAK BENİM ÇOK HOŞUMA GİDİYOR


- Peki şiir yazmaya devam ediyor musunuz?

Şiir yazmaya devam ediyorum. Tabii.

- Bir şiir kitabı daha bekler mi bizi?

Olabilir tabii. Yani romana geçtim, şiiri hayatımdan çıkardım gibi bir şey söz konusu değil tabii. Ama belli bir zaman veremiyorum şimdi. O böyle birden oluyor, bir süreçte birikiyor, birikiyor. Birden çıkacak bir şey değil.

- “Aşılı Kolum” satışta değil şu an değil mi?

Değil, bulunamıyor.

- Belki o yeniden basılır?

Yeniden basılsa içine ilave şiirlerle olur. Bununla ilgili de çok talep var aslında.

- Şiirle nasıl bir bağınız var?

Şiiri çok seviyorum. Az kelimelerle çok şey anlatmak benim çok hoşuma gidiyor. Hayatımda ayrı bir yeri var. Ama çok da enteresan bir şey var, şiiri yazmayı seviyorum. Okurken tercih ettiğim bir şey değil. İtiraf edeyim yani, şiiri daha çok oluşturmayı seviyorum. Az kelimenin içine bir sürü şey koyup, çok şey anlatabilmek bana keyif veriyor. Tabii ki okurken de aramak, bir şiir içinde ayrı ayrı şeyleri bulmak çok güzel.

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

BUNDAN GİZLİ GİZLİ, ACITAN BİR ZEVK ALDIĞIMI SÖYLEYEBİLİRİM


- Bu şiir kitabını yazdığınız dönem nasıldı peki? Beklediğiniz etkiyi yaratmış mıydı?

Ben 2005’te onu yazdığımda –tabii bu oyunculuk bazen her şeyin çok önüne geçiyor– kızım Duru’yu kucağıma aldığım zamana denk gelmişti. Kucağıma iki bebek almış gibi oldum. Şiir kitabımın üzerinde de benim çocukluk fotoğrafım var. Genellikle bir çocuk hikâyesi, masalı gibi algılandı. Annelik duygularıyla yazılmış gibi talihsiz bir zamana denk geldi. Tanıtımı da çok fazla olamadı. Benim Duru’yla ilgilendiğim dönemlerdi. Öyle kendi halinde kenarda köşede kaldı. Bunun bir şiir kitabı olduğu anlaşılamadı.

- Neden anlaşılamadı?

Biliyorsunuz internette bayağı bir bilgi kirliliği oluyor. Genelde şiir kitabımı alanlar hep benimle fotoğraf çektirmek için aldılar. Şiir okuru çok az. Herkes çok fazla tercih etmiyor. En başta ben yazıyorum, az okuyorum diyorum, ondan anlayın J Katılar tabii ki bu durumda. Her şiire açık olmuyorlar ve şaşırabiliyorlar. Ben bir ekran yüzü olduğum için şiirde kendimi kanıtlamam hakikaten çok zor oldu. O dönem için seçtiğim yayınevi de çok fazla reklam yaparak, yüzümü kullanarak yapmadı. Ben zaten bilinçli olarak o yayınevini seçtim ki, çok yayılmasın, öyle göz önünde olmasın diye. Ama bu sefer de iç olmadı.

Ebru Cündübeyoğlu ile ilk romanı Ferda’yı konuştuk

- Aslında internet sayesinde parladığı bir dönem de oldu değil mi?

İnternette Cemal Süreya imzasıyla yayınlandı bir şiirim. (Çok gülüyor) Pek çok kişi de hâlâ öyle biliyor olabilir. Bundan gizli bir keyif almıyor da değilim. Cemal Süreya’ya yakıştırılmak öyle az buz bir şey değil yani. Bundan gizli gizli, acıtan bir zevk aldığımı söyleyebilirim. Hatta yazılarda okuyorum birisi diyor ki: “Ya ben bu şiiri Ebru Cündübeyoğlu diye birinden duydum!” Sonra ona cevap gelmiş: “Ebru Cündübeyoğlu, lütfen!” (Gülmeye devam ediyor) Bazıları Cemal Süreya olduğu için sevmek istiyor. Ama benim için hiç sakıncası yok.

- Bunu TED konuşmanızda dinlemiştim sizden. Neden böyle bir şey oluyor sizce?

Bazen kendimizi ve beğenilerimizi çok çerçeve içine almak istiyoruz. Güvendiğimiz, bildiğimiz ve çok teyit edilmiş isimlerle; onları severek, onları dinleyerek, onları beğenerek kendimizi daha güvende zannediyoruz. Ama bazen hayat bir yolculuktur. Hem de hiç hesabı yapılmayan bir yolculuk! Çok değerli bir şairi severken, bir anda bir gazetenin köşesindeki çok genç bir yüreğin yazdığı bir iki cümleyi de beğenebilecek kadar kendinize güvenmeniz ve kendinizi tanımanız gerekiyor. O, size daha parlak ve daha renkli bir hayat sunabilir. Çok köşeli olmamak gerekiyor bence bu tarz şeylerde.

*

NOT: DoubleThree By Hilton Moda'ya bizi misafir ettikleri için teşekkür ederiz.

*

Instagram: biyografivekitap