
Feridun Andaç, anlatının her kıvrımında, okuyucuyu kıyısız bir bekleyişin içinde yol almaya çağırıyor.
Bir tür geçitsizlik burcunda konaklıyor Andaç’ın anlatısı. Her adımda, her sayfada yeni bir sınır çiziyor; içe dönük, çoğu zaman kırık dökük imgelerle... Zamanın ve mekânın birbirine karıştığı, anıların bulanıklaştığı, düşlerin hayal kırıklığına evrildiği bir sınırda bekleyen karakterlerle buluşturuyor okuru. Onlar, kendi içlerinde kopmuş, kendilerine bile yaban kalmış insan görünümleri...
Andaç’ın dili, kimi zaman bir su değirmeninin döngüsüne benziyor; dönerken suyun altında kaybolan taşların ağırlığını taşıyarak. Sözler, imgeler, kırık dökük cümleler, bekleyişin sonsuzluğuna direnen bakışlar…
Her satırda, sevilmekten ve sevmekten korkan insanların sessiz çığlıkları duyuluyor. Anlatı boyunca, karanlığa gömülen seslerin izini süren bir yazar görüyoruz. Bazen yolculukların ötesinde, bazen de taş duvarların soğukluğunda dolaşıyor karakterler…

YAŞAMIN SINIRLARINA ÇEKİLMEK
Sanrılı Bir Aşka Ağıt, aşk anlatısı olmaktan öte, yaşamın sınırlarına çekilmiş, kaybolmuş duyguların, yitirilen anların, unutulmaya yüz tutmuş sözcüklerin de ağıtı. İçsel çatışmalar, kaybedilen dostluklar, unutulmuş düşler, gölgelenen yüzler... Andaç, bütün bunları bir araya getirerek, okuru kendi iç dünyasına çağırıyor. Onu, anımsamanın, kaybolmuşluk duygusunun derin sularında yüzdürmek istiyor…
Bu kitap, aşkın sınırlarında kaybolmuş, usulca bekleyen, fısıldayarak kendini anımsatan, ama çoğu zaman dilsizleşen bir anlatı... Feridun Andaç, aşkı tensel bir deneyim olarak değil, aynı zamanda içsel bir çözülme, bir kopuş olarak ele alıyor. Her sayfasında donuk kalmış seslerin ve unutulmuş sözlerin izini süren bu yapıt, okurunu bir kez daha kendi içsel derinliklerine davet ediyor…

Yazar Feridun Andaç
ARDINDAN MEKTUPLAR...
Ardından mektuplar... Beni kalkıp Paris’e getiren duygu da buydu aslında... Valerie, içedönüklüğümü kırmıştı... Nicolette’e kapılıp gitmeme, onun aldatmalarına, yalanlarına dönüp bakabilmeme ayna tutmuştu... Belki de o sanrılı, yıkıcı olabilecek süreci geçirmeme bilmeden elvermişti...
Ama öyle bir duruma gelmiştik ki her şey kısasa kısasa dönüşmüştü.
Sekiz ayda yaşadığım yoğunluğun ışıltılı boşluğunda yuvarlanmamı engellemişti Valerie... Daha doğrusu, onun bendeki imgesi...
İçimdeki körlüğü açmıştı... Aramızdaki yaş deneyimini kapatan bir olguydu bu olan.
Kadınsız bir hayat körelerek yaşamaktı... Gene de ne uzak ne yakın duruş olmalıydı.
Bu da bir denge sorunuydu. İşte bunu da getirip önüme koyan Valerie oldu.Liege cinnetinden çıktıktan sonra, ama...Valerie, önüme ışık düşürmüştü bir kez... Sevgiye, şefkate giden yolun ışığıydı bu. Hep kendime dönük yaşamımın getirdiği kapanmayı çok yoğun resim üretmemin nedeni olarak görüyordum. Başka türlüsü de olmazdı benim için."
"ŞAİRİN YAŞADIĞI TEN OYUNU..."
"Şairin yaşadığı ten oyunu tiksindiriyordu beni... Gördüğü, ilgi duyduğu her şeye dokunmak, sahiplenmek duygusu baskındı onda. Kadınları da öyle görüyordu...
Valerie’yle kaybetme korkusunu yenmiştim. Kendimi bir güven ortamında hissediyordum onun yanında."