Vakanüvis yazdı! İstiklal Marşı'nın serencamı...
Özel Haber

İstiklal Marşı’nın serencamı…

Vakanüvis

Bugün, İstiklal Marşı’nın Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilişinin 102’nci yıldönümü. İslam Şairi merhum Mehmet Âkif Ersoy’un mısraları, bestekâr Zeki Üngör’ün bestesiyle bir asrı aşkın süredir milletin dilinde. Âkif’in dizelerinin “İstiklal Marşı” oluşuna kadar geçen süreçte ise pek çok ilginç anekdot var.

Osmanlı'da birden fazla milli marş okunuyordu

Osmanlılar’da “milli marş” yoktu. Böyle bir ihtiyaç Batılılaşma hareketiyle birlikte ortaya çıkmıştı. Fransızca’daki “hymne national”in karşılığı olan milli marşla ilgili ilk girişim II. Mahmud döneminde görülmüştü.

Özellikle Avrupa devlet temsilcileriyle yapılan törenlerde, yabancı konukların milli marşlarını çalınmasını istemeleri / çaldırmaları Osmanlı protokol görevlilerini zor durumda bırakabiliyordu. Değişik padişahlar döneminde bu durumu ortadan kaldırmak için birbirinden farklı güfte ve besteler - resmî bir statüsü atfedilmeksizin - okunarak durum idare edilmeye çalışılmıştı. Bestesini Donizetti Paşa’nın yaptığı “Mahmûdiye” ve “Mecidiye”, Yesârîzâde Necib Ahmed Paşa’nın “Hamidiye”, Guatelli Paşa’nın “Marş-ı Sultânî”si törenlerde okunan marşlardan bazılarıydı. II. Meşrutiyet döneminin müfrit batıcılarından bazıları, kimi Batılı bestekârlarının bestelerinin üzerine söz yazılması ya da Batılı kompozitörlere bir millî marş sipariş edilmesini önermişlerse de bu sakil teklif revaç bulmamıştı.

İstiklal Marşı'ndan önce "Ordunun Duası" vardı

O devirlerde bir marş ihtiyacı hep gündemde yer almış, bu ihtiyacı gidermek de yine merhum Âkif’e nasip olmuştu. Millî Mücadele’nin başlarında Mehmed Âkif’in “Ordunun Duası” adlı manzumesi, Ali Rifat Çağatay tarafından bestelenmişti. Bu marşın askeri birliklerde okunması için bir genelge yayımlanmıştı. Marşın ilk mısraları şöyleydi: “Yılmam ölümden, yaradan, askerim / Orduma, ‘Gâzî’ dedi Peygamberim / Bir dileğim var, ölürüm isterim / Yurduma tek düşman ayak basmasın / Âmin! desin hep birden yiğitler / ‘Allâhu ekber’ gökten şehidler / Âmin! Âmin! Allâhu Ekber! / Türk eriyiz, silsilemiz kahraman / Müslümanız, Hakk’a tapan Müslüman / Putları Allah tanıyanlar, aman / Mescidimin boynuna çan asmasın.”

724 marş güftesinin hiçbiri beğenilmedi

Bu marş kimi törenlerde söylense de hassaten bir milli marş yazdırılıp bestelenmesi Kurtuluş Savaşı günlerinde Ankara’da konuşulur olmuştu. Meclis’te bu konu tartışılırken, bazı milletvekilleri “Bu muhataralı günlerde marştan başka işimiz kalmadı mı?” diye itirazlar dile getirmişse de çoğunluk bir marş yazılmasından yanaydı. Sonuçta Ankara Hükümeti’nin Maarif Vekaleti bu amaçla bir yarışma açmıştı. Yarışmaya 724 şiir gönderilmiş ancak hiçbirisinin millî marş güftesi olmaya lâyık bir şiir kalitesine sahip bulunmadığı kanaati oluşmuştu.

O tarihte Maarif Vekili olan Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Karesi (Balıkesir) mebusu Hasan Basri’ye (Çantay) böyle bir şiiri ancak Mehmed Âkif’in yazabileceğini belirterek, kendisinden aracı olmasını istemişti. Ancak Hasan Basri, Mehmed Âkif’in marş için hükümetçe konan 500 lira mükâfatı kabul etmediği için yarışmaya katılmadığını iletmiş, bunun üzerine de Bakan Hamdullah Suphi, bu şartın Âkif için kaldırılabileceğini söylemişti. Bu gelişmeler üzerine Mehmet Âkif, Ankara’daki Taceddin Dergâhı’nda bir süreden beri üzerinde çalışmakta olduğu eserini tamamlayıp Maarif Vekâleti’ne göndermişti. Bu arada, beste için de 500 liralık ödül vardı.

Ayakta alkışlanarak kabul edildi

Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 1921 tarihli oturumunda, Hasan Basri Bey’in takriri üzerine söz alan Maarif Vekili Hamdullah Suphi, yarışmaya katılan şiirlerden yedisinin (biri de Kazım Karabekir Paşa’ya aitti) vekâletçe istenen şartlara uygun görüldüğünü, ancak kendisinin Mehmed Âkif’in şiirini beğendiğini söyleyerek tamamını okumuştu.

Maarif Vekili Hamdullah Suphi, “Fevkalâde kuvvetli bir şiir aramak lüzumu hissedildiğinden ben şahsen Mehmet Âkif Beyefendi’ye müracaat ettim. Kendileri çok asil bir endişe ile tereddüt gösterdiler. Bilirsiniz ki bu şiirler için bir ikramiye vaat edilmiştir. Bundan çekindiklerini izhar ettiler. Ben de ‘Lâzım gelen tedabiri alırız’ dedim. Bu şartla büyük dinî şairimiz bize fevkalâde nefis bir şiir gönderdiler. Diğer altı şiirle beraber nazarı tetkikinize arz edeceğiz. İntihap size aittir. Arkadaşlar reyimi ihsas ediyorum.” sözleriyle Âkif’in güftesini tercih ettiğini ortaya koymuştu. Sonuçta güfte büyük bir çoğunlukla kabul edilmişti. Böylece 12 Mart 1921 tarihinde resmiyet kazanan İstiklal Marşı, Hamdullah Suphi tarafından bir defa daha okunmuş ve bütün mebuslarca ayakta alkışlanmıştı. Mehmet Âkif Ersoy, 500 liralık ödülü ise yoksul kadın ve çocuklara iş öğreten Darülmesai’ye bağışlamıştı.

İlk zamanlar 6 değişik besteyle okunmuştu

İstiklal Marşı’nın güftesinin kabulünün ardından beste çalışmaları gündeme gelmiş ancak kesin bir sonuç alınamamıştı. Bir ara, güftenin Paris’e gönderilip bestelenmesi önerisi de dillendirilmişti. Dönemin karmaşık ortamında müstakil beste çalışmaları gerçekleşmiş, bu nedenle de ülkenin değişik bölgelerinde 1930’lara kadar “değişik İstiklal Marşları” okunur olmuştu. Bu çerçevede; Ahmet Yektâ, Mehmet Zâti, Ali Rifat, İsmail Zühtü, Hasan Basri ve Osman Zeki’nin besteleri okunmuştu. Ancak son tahlilde Osman Zeki Ünger’in bestesi kabul edilmişti.

İstiklal Marşı plağı yavaş devirde kaybedilince...

Besteci Üngör, çalışmalarını yürütürken Burgazada doğumlu bestekâr Edgar Manas’tan yardım almıştı. İstiklal Marşı’nın bestesiyle ilgili zaman zaman prozodi hataları (söz ve müzik uyumsuzluğu) ve ritminin ağırlığı gibi eleştiriler gündeme gelmişti. Osman Zeki, ritmin marş formu esaslarına göre ağır olduğu konusundaki tenkitlere verdiği cevapta, “Stüdyodaki kayıt esnasında teknik bir zorunluluktan dolayı marşın ağır tempoda kaydedildiğini, çalma esnasında bunun plak hızlı döndürülerek giderilebileceğini söylediğini” anlatmışsa da uygulamada bu gerçekleşmemiş ve böylece plaktaki ağır ritim hâfızalara yerleşerek marş bu şekilde icra edilmişti.

Marşı değiştirmek isteyenler de olmuştu

İstiklal Marşı, Meclis’teki kabulün ardından milletçe coşkuyla benimsenmişse de özellikle Tek Parti döneminin 1940’lı yıllarının sonlarında bazı CHP’li vekillerce, bir de 70’li yıllarda kimi çevrelerde “İstiklal Marşı’nın kaldırılıp yerine çağdaş bir marş yazılması” gibi teklifler yapılabilmişti. Ancak bu teklifler her defasında sert tepkilerle karşılamıştı. Bu gibi polemiklerin önünü almak için de 12 Eylül askeri darbesi sonrası hazırlanan 1982 Anayasası’nın 3’üncü maddesine, “Türkiye Devleti’nin millî marşı ‘İstiklâl Marşı’dır” bendi eklenmişti.

- M. Orhan Okay, Nuri Özcan, “İstiklal Marşı Maddesi”, TDV İslam Ansiklopedisi

- Mehmet Kurtoğlu, "Mehmet Âkif Ersoy Kültür Evi", Vakıflar Dergisi, Aralık 2015

- Hüsnü Özlü, “İstiklal Marşı Maddesi”, Atatürk Ansiklopedisi