Korkusuz Kürt kızı Esra Ruşan konuştu

Korkusuz Kürt kızı Esra Ruşan konuştu

Rıza Kıraç'ın geçtiğimiz hafta vizyona giren filmi 'Küçük Günahlar'ın korkusuz Kürt kızı, şiire âşık Şilan'ı Esra Ruşan, performansıyla olumlu eleştiriler topluyor. İlk filminde zombilerce 'yenen' genç oyuncu, ikincisinde davası peşinde korkusuzca ilerleyen bir kadın olarak karşımızda..

Nerede başlıyor hikâyeniz?

1983'te Kars'ta doğdum. Bir yaşındayken İstanbul'a geldik. Babam ve annem öğretmen olduğu için sürekli tayinleri çıkıyordu. Babam Karslı, Kürt. Annem Ardahanlı, Azeri kökenli. İstanbul Üniversitesi sınıf öğretmenliği bölümüne girdim. Ve dördüncü sınıfa geçerken okulu bıraktım. Üniversiteye 16 yaşında girmiştim. Okula başladığımda ne yapmak istediğime karar vermemiştim. "Yüksek lisans yapar, ileri zekalılar ve geri zekalılar üzerine özel eğitim öğretmeni olurum" diyordum. Diksiyon kurslarına gitmeye başladım, orada tiyatro eğitimi de veriliyordu. Ve hayatıma tiyatro girmiş oldu. O sene Mimar Sinan Üniversitesi konservatuvarını ilk girişte kazandım. Annem, babam önce istemedi. Kız çocuğu gibi ağlayıp, kendimi odalara kapatarak annemleri ikna ettim. Gerçekten de hayatımda yaptığım en iyi şeylerden biri.

Konservatuvar ortamı nasıldı?

Kurstaki gibi tiyatro yapacağız, sahneye çıkacağız. Gaza geleceğiz, bir daha oynayacağız gibi hayaller kuruyordum ama öyle değildi. Çok zordu. Altyapı çok önemli. Sanat tarihiyle falan alakam yoktu önceden. Altı yaşında şehir tiyatrolarında başlamış arkadaşlarım vardı. Ben sıfırdan başlıyordum. İnsanüstü çaba göstermeye gayret ettim ama bir yandan da için kıpır kıpır, boş vermek de istiyorsun. Okul da konservatif bir yapıydı. Dış dünyada ne oluyor, ne bitiyor bilmiyorduk. Sabah 9'da gidiyorduk akşam saat 11'de, 12'de çıkıyorduk. Ama çok güzeldi.

Sahneye ilk kez okulda mı çıktınız?

İlk kez lisede sahneye çıktım. Edebiyat öğretmenimizin sahneye koyduğu 'Düdüklüde Kıymalı Bamya' adlı oyunda hizmetçi bir kadını oynadım. Ve Yunus Emre Kültür Merkezi'nde oynadık. Oradaki oyuncuların hepsi benim için idoldü. Sürekli orada oyun izliyordum, hayrandım. "Allahım burada oyunculuk yapıyorlar! Kulisler var, hepsi arkadaş..." Oyun izlerken bir yandan bunları düşünüyordum. Ve bugün, Bakırköy Belediye Tiyatrosu'ndayım, Yunus Emre Kültür Merkezi'nde oynuyorum. İnanılmaz... Orada ilk sahneye çıktığımda kuliste biraz ağladım.

İlerisi için ne düşünüyordunuz?

Orası biraz şey oldu, "Merhaba gerçek dünya!" Matriks'ten çıkıyorsun... Hocalarımız bizi öyle bir yolda tutuyordu ki... Yaptığın işi çok önemsiyorsun. Ne koşulda olursa olsun yapabilirsin ve söyleyeceğin her zaman bir şey var. Mezun olduktan sonra hayatın öyle olmadığını görüyorsun. "Hemen tiyatro yapmaya başlayacağım, bir yandan para kazanacağım, her yerde tiyatro yapacağız, sokaklarda, orada burada, yurtdışına gideceğiz..." diyordum. Ama öyle bir dünya yok... Giderek sakinleştim, daha yargısız bakmaya başladım.

Neler yaptınız?

Devlet Tiyatrosu'nda 'Savaş İkinci Perdede Çıkacak'ta oynamaya başladım. Sonra cânım AKM kapandı. 'Kurtlar Vadisi Terör' diye bir diziye başlayacaktım, başlamak zorundaydım, yayımlanmadan kaldırıldı. Yavuz Turgul'un projesi, 'Aşk Yakar' diye bir diziye başladım. Tiyatro Z'de özel tiyatro yapıyordum. Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda 'Dava'ya başladım. O arada 'Ada: Zombilerin Düğünü'nü çektik.

Rıza Kıraç'la nasıl tanıştınız?

Kars'ta, Gezici Festival'de tanışmıştık. Rıza fotoğraflarımı çekmişti. Filme başladığında fotoğraflarıma bakıyor ve "Aa, Şilan bu. Oyuncu da bu kızımız, neden olmasın?" diyor. Bu ikinci senaryom, beni en çok heyecanlandıran önerilen roldü. Bir yandan başka bir dilde konuşacak... Benden farklı özellikleri olan biri ama ikimiz de kadınız, çok ortak yönümüz var. Senaryodaki naif duygu, senaryonun o üçlü üzerine kurulu olması, büyük büyük şeyler söylemiyor olması hoşuma gitti.

Şilan'ın nesini sevdiniz?

Hepimizin bir tutkusu var. Peşinden gittiğimiz, kimimizin dillendirmediği, o noktaya gelmek istediği bir yer var. Şilan bunu çok genç bir yaşta keşfetmiş. Ayakları yere basan, korkusuz bir kız. Sürekli başı polisle belaya giriyor, yakalanıyor, şiddet görüyor... Çok zor bir çocukluk geçirdiği, sert kıyılarda savaştığı belli. Bir ağabeyi ölmüş mü, dağda mı belli değil. Biri dağda. Biri gecekonduda oturuyor. Anne Türkçe bilmiyor. Baba yok. Ve üniversite okumuş. Ki bunların örnekleri var. Hep tek başına karar vermiş. Küçük yaşta büyümüş bir kız. Etrafımda yok böyle örnekler. Daha küçük kadınlar var ya etrafımızda... Hayatta hep imrendiğim şekilde politik mücadelenin içinde, inandığını sonuna kadar savunuyor. Bir Kürt gazetesinde muhabir. Bir yandan da şiire, bir adamın şiirlerine âşık.

Örgütün kararlarını da sorgulamadan kabul ediyor...

Çok mantıklı bu, çünkü Şilan mücadelesini dağda da yapabilir. Ama diyor ki "Ben demokratik bir düzlemde bunu tartışmak istiyorum. Öldürmek yerine kendi hak ve özgürlüklerimi arayabilirim" diyor. Etrafındaki insanlar da hep bu yönden baktığı için, alınan o karara uymakta hiçbir sakınca görmüyor.

Kürtçe ailenizden dolayı kulağınızda vardı değil mi?

Tabii. Evde Kürtçe konuşulmazdı ama babaannemler falan konuşur. Bir kulak dolgunluğu oluyor. "Bu ne demek, şu ne demek" diye sormamışız. Kimse de "Hadi öğren" dememiş. Kulak dolgunluğu olsa da çok zor bir dil. Hem fonetiği zor, hem de ezberlemek... Abidin Parıltı ile çalıştık. Replikleri ezberledim. Kelime kelime çalıştım. O hep kaydetti, gece kulaklıklarımla dinledim. O da izlesin, ne diyecek bilmiyorum.

Filmden önce Kürt meselesi aklınızda yer eden bir mevzu muydu?

Kürt-Türk meselesi yıllardır sakız gibi uzatılan, birilerinin PR çalışmalarına dahil olan bir durum... Kimse tam olarak tatmin olmuş değil. Herkes kendi borusunu öttürmeye devam ediyor. Çok fazla buna kafa yormuş bir insan değilim. İstanbul'a geliyorsun, asimile oluyorsun. Başka dertlerin var. Ne kendini Kürt gibi görüyorsun... Ama televizyonda, gazetede, ana sayfada, orta sayfada, mizah dergilerinde her yerde, her yerde gözüne sokulan bir şey. İstemesen de bu konuyla bir şekilde bağlantılısın. Filmden sonra farkındalıklarım arttı. Kürt edebiyatına daha çok bakmaya, üzerine düşünmeye başladım. Bizler doğuda ne oluyor bilmiyoruz. Oturup kendi evlerimizden "Bence de öyle yapılmalı" demek çok saçma. Orada ne yaşandığını bilmiyoruz, çok zor koşullar var. Kilometrelerce yol gidiyor okul için, çocuklar. İnsana insan gibi yaşama hakkı verilmiyor.

Bu çözülemeyen düğüme dair nasıl bir çözüm öngörürsünüz?

Çözüm yok bence. Baksana internet siteleri kapanıyor. Korkunç bir şeye doğru gidiyoruz. Bir taraftan da baskıdan dolayı daha fazla söz söyleyecek insanlar çıkacak. Yeni sinemacılar, yeni oyunlar, yeni yazarlar, şairler...

Babanızla konuşur muydunuz günlük politik sorunları?

Çok konuşmazdık. Onlar da 12 Eylül'ün etkisiyle bizi politikadan uzak tuttu. Babam siyasetle ilgiliymiş üniversitede. Yaşadıkları nedeniyle koruma içgüdüsüyle yaklaştı sanırım. İstanbul Üniversitesi'ne giderken, en çok tembih edilen, "Olaylardan uzak dur" oldu. Bu ne kadar doğru bilemezsin ama aile dediğin böyle bir şey.

O dönem hiç eyleme katıldınız mı?

Katılmadım. İşte AKM önünde eylem oluyor, ona gidiyoruz. Ne kadar dinleniliyor? Emek Sineması kapatılmasın diye geçen gün yine yürüdük. Ne oldu?

Filmde 12 Eylül'den yara almış yaşlı bir adam ile o dönemden tamamen kopuk bir genç var. Ne zaman öğrendiniz bu ülkede böyle bir dönem yaşadığını?
İstanbul Üniversitesi'ndeyken... Babam da biraz anlatırdı... 'Darağacında Üç Fidan'ı okumalar falan başladı... İşin ciddiyetini konservatuvarda anlamaya başladım. Sinema bu noktada çok önemli. 12 Eylül'e dair filmler, ne kadar tam anlatmasa da, o durumdan şöyle bir esinlenen hikâyeler anlatılıyor.

Kendinizi Kürt olarak tanımlar mısınız?

Onun ayırımı nedir bilmiyorum. Gerçekten bir yere ait hissetmiyorum kendimi. Ama baktığım yer çok naif. O da insan, ben insanım. Aynı topraklarda yaşıyoruz, o zaman zaten kardeşiz. Ama o kültürü bir Egeliden, Karadenizliden çok daha iyi biliyorum. Ama bir Egeliyle de bir Egeli gibi oturup konuşabilirim ki her sene Ege'deyim küçüklüğümden biri ailemle birlikte. Bir Egeli kadar da iyi biliyorum oranın toprağında ne yetişir, ne yenir...