Vakanüvis Robinson'u yazdı
Özel İçerik

Vakanüvis

Batı edebiyatının klasikleşmiş romanlarından Robinson Crusoe, yayınlandığı 1719 yılından bu yana dünya çocuklarının elinden düşmeyen bir kitap. Kimi eleştirmenlerin, “Kitab-ı Mukaddes’ten sonra en çok okunan kitap” diye tanımladığı bu “çocuk romanı”, biraz yakından bakıldığında ise hiç de çocuklara göre gibi durmuyor. İstanbul Üniversite Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Coşkun’un “Sömürgeciliğin İşleri ve Günleri: Robinson Crusoe” başlıklı makalesinde anlattığı Robinson Crusoe, aslında “sömürgeciliğin el kitabı”. Crusoe, dönemin “altın, elmas ve köle histerisi”ne tutulan aç gözlü Batılıya sömürgeciliğin püf noktalarını göstermekte.

ROBİNSON, ÖNCE TÜRKLERE ESİR DÜŞER SONRA DA “ZENCİLERİN ŞEYTAN ÜLKESİ”NE GİDER

Robinson Crusoe, daha yola çıkarken, babasıyla yaptığı konuşmada, gideceği yere, oradaki insanlara nasıl baktığını açık eder. Robinson, babasının, “Orası Şeytan Ülkesi. Hele orada bir ada var ki, adım atar atmaz insan zenci oluyor” diye anlattıklarını, en küçük bir itiraz getirmeden sükutlu bir ikrarla dinler. Yola çıktığında gemisi Türkler’e esir düşen, kurtulduktan sonra Mağrip’e geçen Robinson Crusoe, burada kendisine bir “yerli” bulur. Robinson’un “ilk “Cuma”yla ilişkisi hiç de insanî değildir. Bu, daha gençliğine bile adım atmamış çocuk, Robinson Crusoe tarafından sürekli, “yaramazlık yaparsa denize atılmakla” tehdit edilir. Çocuğu daha sonra bir kaptana satan Crusoe, gene de bir “iyilik” yapar. Kaptana, “On yıl sonra eğer Hristiyan olursa onu azat et.” der.

Vakanüvis Robinson'u yazdı

“ISSIZ ADA”YA DEĞİL, BAŞKALARINA AİT BİR ADAYA DÜŞMÜŞTÜ

Kitap, sürekli Batı’yı merkeze alır, kendi dışında kalanları ise “öteki” olarak yaftalar. Kitap boyunca yeni maceralara atılan, bu arada köle tüccarlığı ve toprak sahipliğini büyüten Robinson Crusoe, yeni bir seyahatinde ise gemisinin batması sonucunda bir adaya düşer. Robinson Crusoe denilince akla hemen “ıssız bir ada” gelse de, aslında o ada ne ıssız, dolayısıyla ne de sahipsizdir. Bir adalar takımındaki küçük bir adaya düşen Crusoe, o adaya el koymuştur. Çünkü daha önce o adaya çeşitli kültürel etkinlikler, ibadet ritüelleri için gelen çevre adalardaki yerliler, artık “sahilinde daima elinde tüfeği olan beyaz adamın adası”na istedikleri zaman ve istedikleri gibi gelememeye başlamıştır.

Vakanüvis Robinson'u yazdı

“Beyaz adam” da, sanki o topraklarda söz sahibiymiş gibi, zaman zaman adaya gelen yerlilerden rahatsız olmaktadır. Böyle vakitlerde, tedirgin olmakta, mağaraya kaçmaktadır. O, tam bir “yaban”dır. Robinson’un adayı ısrarla “ıssız” diye tanımlaması, tam bir sömürgeci mantığıdır. Böylece daha baştan, o ada müdahaleye açık hale gelmektedir. Londralı yazar Daniel Defoe, yaşadığı topraklardan binlerce kilometre uzaktaki başkalarına ait topraklara dair karar verici, buyurgan yaklaşımı, kahramanın ağzından sık sık dile getirir.

SÖMÜRGECİLİĞİN EL KİTABI

Kitapta, güvenlik, coğrafya bilgisi, tabiata karşı geliştirilecek önlemler, günlük hayatı idame etmeye yarayacak detaylar, barınma, kişisel sağlık ve tarım alanında yapılabilecekler ve daha pek çok “pratik bilgi”, insanı sıkacak kadar uzundur. Bu, nedensiz değildir. İyi de bir tüccar olan yazar Daniel Defoe, “zamanın ruhu” sömürgeciliğe olan ilgiyi dikkate alarak, kitabını yer yer bir “prespektüs”e, bir “el kitabı”na çevirmiştir.

Vakanüvis Robinson'u yazdı

Zaten Robinson Crusoe’nun yayınlanır yayınlanmaz inanılmaz satış rakamlarına ulaşması, edebî kalitesinden çok, sömürgeciler kafilesinde yer almak isteyen sıradan insanların bu bilgilere duydukları ihtiyaçtan kaynaklanmıştı. Dönemin kimi kitap eleştirmenlerinin, “Kitab-ı Mukaddes’ten sonra en çok okunan kitap” değerlendirmeleri de bu anormal ilgiden dolayıydı.

DÜŞMANIN İMKÂNA DÖNÜŞMESİ: “CUMALAŞTIRMA”

Bir gün yerliler yine adaya gelmiştir. Crusoe, “vahşiler”i şatosundan tiksintiyle seyretmektedir. Grup içerisinde tutsaklar da vardır. Bunlardan birisi, bir fırsatını bulup kaçar ve şatoya gelir. Gelir gelmez de elinde tüfeğiyle ayakta dikilmekte olan Beyaz Adam’ın önünde diz çöker, toprağı öper. Zaten uzun zamandır, artan işlerinden dolayı kendisine bir “köle” arayan Robinson için fırsat ayağına gelmiştir. Okuyucu, onun iç seslerinden aslında bir “sömürgeci manifestosu” okumaktadır:

“Ona işlerimi yaptırırım, güvenliğimi sağlar, diğer vahşilerle irtibat kurmamı kolaylaştırır.” Köle tüccarı, misyoner yazar Daniel Defoe, niyetini o kadar göstere göstere yazar ki, efendi-köle ilişkisi hemen zihinlerde canlanır. O vahşi, Beyaz Adam’ın yanına geldiğinde hiçbir şeyi yoktur. Tarihi, dini, hatta donu bile. Robinson hemen ona bir don verir, sonra da kendisine “Efendi” diye hitap etmesini ister. Kölenin adı da geldiği günden mülhem “Cuma” olacaktır ama Robinson Crusoe ondan bahsederken Cuma’dan çok “Benim vahşi” diyecektir.

Vakanüvis Robinson'u yazdı

Cuma’yı her yönden eğitmeye, daha doğrusu onu işine yarar hale getirmeye karar veren Cruose, ilk iş olarak kölesinin dinini değiştirir. Onu, “saçma sapan inancından” kurtarıp iyi bir Hristiyan yapmak için harekete geçer. Sonra güvenlik, sağlık, tarım, inşaat, ateşli silahlarla avcılık, başka insanlarla görüşme, konuşma, bir konuyu müzakere etme gibi konularda eğitir. Ateşli silahın getirdiği kolay başarıyı üstünlük olarak görüp, bunu Cuma’ya da anlatır. “Ben tek başıma hepsine yetiyorum. Onların tamamı çıplak, beceriksiz aptallar” der.

''KENDİLERİNDEN GİBİ GÖRÜNEN CUMA''

Robinson Crusoe’nun ilişkileri giderek genişler. Adaya gelenler, giden İngiliz korsanlar, başka adalardaki İspanyol sömürgeciler, yerli halk artık iletişim kurulması gereken, böylece zahmetsiz kazançları elde edileceği gruplar haline dönüşürler. Bütün bu iletişim pratiklerinde de Cuma, Efendisi adına ön saflardadır. Özellikle “vahişler”le temasta Cuma’nın rolü çok önemlidir. Yerliler için, “kendilerinden gibi görünen Cuma” ile irtibat kurmak görece sorunsuzdur. Cuma da, Beyaz Adam’la “vahşiler” arasındaki iletişimi en kolay / yararlı / kazançlı bir biçimde yürütmek için canla başla çalışır. Böylece, başlarda bir tehdit olan Cuma, artık bir imkândır. “Cumalaştırma” operasyonu tamamdır.

Vakanüvis Robinson'u yazdı

ROBİNSON CRUSOE’NUN YAZARI TAM BİR MADRABAZDI

Kitabın yazardan bağımsız olamayacağının belki de en iyi örneklerinden birisi, Robinson Crusoe–Daniel Defoe ilişkisidir. Kilisede eğitim alan, resmen rahip olmasa da iyi bir misyoner olan, armatörlük, memurluk, imalatçılık yapan, sonra gazetecilikte karar kılan, sık sık dolandırıcılık, sahtecilik ve başka yasa dışı işler yaptığı için defalarca hapse düşen Daniel Defoe, bu haliyle “ortalama bir sömürgeci ahlâkı”na, yani ahlaksızlığına sahiptir. Dolayısıyla Robinson Crusoe romanında, bütün bu şahsiyet defolarını görmek mümkündür.

Robinson Crusoe’nun aslında üç kitaplık dizisi ve tam versiyonu, Türkiye’de geniş kitlelere ulaşamadığı için de bu bilgilerin çoğu akademik çalışmalar arasında kaybolup gidiyor. Prof. Dr. İsmail Coşkun, bu duruma dikkat çekerek, Robinson Crusoe’yu gerçek manada anlayabilmek için Akşit Göktürk’ün tercümesinden okunmasını tavsiye ediyor.