Türk bayrağının tarihçesi
Özel İçerik

Türk bayrağı hakkında pek çok efsane var; günümüze kadar gelişinin şanlı hikâyesini anlatıyor. Yüzyıllar boyunca aştığı yollarda daha da değerlenerek gelip kalbimize yerleşmiş. Vatan sevgisi olmuş, bayrak sevgisi olmuş. Yasa ile korunacak kadar değerli bir sevgiye dönüşmüş bu sevgi...

Türkiye denildiğinde, akıllara al al dalgalanan ay yıldızlı şanlı bayrağımız geliyor. İnsan ona baktığında, onu andığında koltukları kabarmadan edemiyor. Bizim için böylesine kutsal bayrağımız, hayatımızın her yerinde kendine özel bir yer ediniveriyor. Öyleyse “Hangi efsaneden kopup gelmişse gelmiş.” diyor insan. "Sonunda iyi ki gelmiş ya. İşte önemli olan da bu!"

Türk Bayrağının tarihçesi

HER ŞEY NASIL BİR EFSANE İLE BAŞLADI

Bayrağımızın bir oluşum süreci vardı. Evet, geçmişten bugüne anlatılagelen bilgilere göre, bayrağımız gerçekten de oluştu. Yani sadece biz ona gitmedik, o da bize geldi…

Aslında bayrağımızın hikâyesi hakkında kesin bir bilgi yok. Hakkında anlatılan pek çok şey var. Ulaşabildiğimiz en net bilgi, hilal ve yıldızın tarihte Türk ve İslam devletleri tarafından kullanılmış olması. Nasıl ki Hristiyanlığın sembolü haç olmuş ise, İslamiyet de hilal ve yıldız ile sembolize edilmiş. Şimdi gelelim dillerden dillere dolaşan, zamanla bir rivayetten çok daha fazlasına, bir efsaneye dönüşen hikâyesine…

Ne olduysa Osmanlı Devleti döneminde yaşanan I. Kosava Savaşı’nda olmuş. Çünkü bugün gururla kalbimizde, ruhumuzda taşıdığımız, yasa ile koruduğumuz, uğruna nice kanlar dökülesi bayrağımıza en yakını ilk kez bu savaş sonrası kullanılmaya başlamış...

Türk Bayrağının tarihçesi

(Okul duvarlarını süsleyen, Bayrağımızın hikâyesini anlatan o görsel)

KOSOVA SAVAŞI'NDA NELER OLDU

1389’da Bosna, Arnavut, Bulgar, Hırvat, Macar ve Çek askerlerinin oluşturduğu ittifak güçleri, komutasında I. Murad olarak bilinen Murad-ı Hüdavendigar’ın olduğu Osmanlı ile Kral Lazar’ın (Lazar Hrebeljanovic) yönettiği Sırpların önderliğinde birleşmişti. Böylece I. Kosova Savaşı başlamış oldu. Sırp Despotu olarak anılan Kral Lazar, bölgede tek güç olarak sivrilmesi ile gittikçe daha da göze batar olması, özellikle Osmanlı Devleti’ni rahatsız ediyordu. Savaş ortamın tahmin edilmesi güç, dönemin şartları ile şekillenen halleri elbette kan kokuyordu. Bu savaşın son tetikleyicisi olsa da, tarihi kaynaklara göre, 1388’de I. Murad’ın, Kral Lazar’ın üzerine yürümesi ve Osmanlı birliklerinin 1387’de, Ploşnik’te Sırp Despotu ve Bosna Kralının 30 bin askeri karşısında yenilgiye uğraması savaşın fitilini çoktan ateşlemişti. Artık kan kokusu daha keskindi ve insanın burnuna burnuna doluyordu. Balkanlarda, Osmanlı’ya karşı kazanılmış bu ilk zafer, aslında büyük bir ittifak ile büyük bir savaşın zeminini hazırlayışının hikâyesiydi. İşte ittifak güçleri, şimdi Osmanlı’ya karşı birlik olmuştu…

Tarih 15 Haziran 1389 Salı gününü gösterdiğinde, I. Murad’ın liderlik ettiği ordu ile müttefik Balkan ordusu Kosova Ovasında karşı karşıya geldi. Okların havada uçuşarak başladığı savaş ortamı, Osmanlı’nın kılıçlarını çekmesi ile devam etti. Gün batımına kadar süren meydan savaşının sonunda Osmanlı, Sırpları tarihin sayfalarına hapsederken, yüzyıllar sürecek hâkimiyetini de başlatmış oldu…

Savaş sona ermişti ki, Sırp soylusu Milos Obilic, elini öpüp Müslüman olmak istediğini söyleyerek Sultan I. Murad’a yaklaştı. Bu, bir suikastın ilk adımıydı. Bir sonraki adımda, I. Murad’ı ani bir hamle ile hançerleyerek oracıkta şehit etti. Hüdavendigar lakabı da I. Murad’a işte bu andan sonra verildi. İç organları buraya gömüldü ve cansız bedeni Bursa’ya taşınarak defnedildi. Ayrıca bu savaşın, bazı kaynaklarda top kullanılarak kazanıldığı yazacaktı. Ancak şöyle bir bilgi de mevcut ki, o tarihlerde Osmanlı Devleti’nde henüz bir topçu ocağı kurulmamıştı…

Türk Bayrağının tarihçesi

BAYRAĞIMIZ NASIL OLUŞTU

I.Murad’ın yaşamını yitirmesi ile sonuçlanan bu savaşın zaferi Osmanlı’ya aitti. Evet, savaşı Osmanlı kazanmıştı; ama binlerce asker de komutanları ile birlikte hayatını kaybetmişti. Askerlerin kanı adeta bir çukuru doldurmuştu. Tarih 28 Haziran’ı gösterirken, gökyüzünde aynı hizaya gelen Jüpiter ve hilalin kan gölü üzerine yansıyan görüntüsü, işte bugünkü bayrağımızın bir silüeti gibiydi. Bu demek oluyordu ki, bayrağımız bizi kanımızın son damlasına kadar savaştığımız o yerde, şereflendirmek için gelmişti. Yani sadece biz ona gitmemiştik işte, o da bize gelmişti. Bundan sonrasında ilerleyen süreçte II. Murad, bayrağımızı askerlerimizin kanı üzerine yansıyan hali olarak kabul edecekti…

Evet, bu anlatılanlar belki bir rivayet; ancak daha sonra bu rivayeti haklı çıkarmak için araştırmalar da yapılmış elbet. Zira bizim için böylesine anlamlı bayrağımızın, böylesine şanlı bir hikâyesinin olması öylesine heyecan verici ki! Örneğin gelişmiş astronomik araçlarla yapılan çalışmada, gerçekten de o tarihte Kosova semalarındaki gök cisimlerinin konumunun bayrağımızın görüntüsünü destekleyen bir hizada olduğu sonucuna varılmış.

Tabii karşıtını oluşturacak bilgiler de mevcut. Örneğin bir yandan da Türk Bayrağı’nın şimdiki kullanımına en yakın halinin 18. yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Padişahı III. Selim döneminde olduğu bilgisi var. Bu koşulda da Kosova Savaşı sırasında yaşananların hikâyesi bir rivayetten öteye gidemiyor. Çünkü arada bulunan 400 yılın açıklaması yok.

Türk Bayrağının tarihçesi

PEKİ BUNUN ANLAMI NEYDİ

Aslında bu efsaneden doğan ve gün yüzü gibi ortada olan anlam şuydu ki, bayrağımıza kırmızı demek yetmezdi. Çünkü o, rengini şehitlerinin kanından alıyordu. Öyleyse bundan böyle de bayrağını ve devletini savunmak için hiç düşünmeden kanını son damlasına kadar feda eden bu insanlara adanmalıydı. Zaman geçtikçe bu düşünce kabul gördü. Aslında kabul görmekten öte, bu düşünce her bir Türk’ün yüreğinde hissettiği en yüce duygulardan biriydi. Bundan sebeptir ki, şehit askerlerin tabutları Türk bayrağına sarıldı. Çünkü bu şerefi en çok onun için kanını, canını feda etmiş insanlar hak ediyordu…

Bunun yanında bayrağımızın üzerindeki hilal, İslam dinini temsil ederken, yıldız ise bağımsızlığın sembolüydü. Yıldız, kollarını iki yana açmış dimdik duran bir insan demekti. Bu da bağımsızlığı ve bayrağa duyulan güveni açıklıyordu. Türk Bayrağı zamanla hem ülke insanı için, hem de ülkemize sevgi duyan komşularımız için güven veren bir sembol olmuştu…

Türk Bayrağının tarihçesi

OSMANLI'DA AL BAYRAK

Kırmızı zemin üzerinde, aslında elbette burada al demek daha doğru olacak, hilal ve yıldız bulunan bayrak, Osmanlı’da ilk kez 1793’te resmi olarak kabul edildi. Ancak şimdiki gibi 5 köşeli bir yıldızı yoktu bayrağın. Her şey bugününe yavaş yavaş dönüşecekti. 8 köşeli hali ile kabul gören bu bayrak, Osmanlı’nın resmi sembolü olarak kullanıldı.

1839’da, Osmanlı’da Tanzimat Dönemi’nde pek çok reform uygulamaya konuluyordu. Bunlardan biri de 1842’de, Sultan Abdülmecid’in o döneme dek 8 köşeli olan yıldızın bundan böyle 5 köşeli bir yıldıza dönüşmesini sağlaması oldu. Osmanlı bayrağının şekli de böylece kesinleşmiş oldu.

Türk Bayrağının tarihçesi

BİR BAŞKA EFSANE DAHA

Söz konusu bayrağımız olunca efsaneler de bitmiyor elbet! Bir başka efsaneye göre ise, Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi, bayrağımızın şeklini rüyasında görmüştü. O gece rüyasında göğsünde bir hilal ve yıldızın belirişini ve göğsünün büyümeye başlayışını gören Osman Gazi, rüyasını devletinin tüm cihana hükmedecek kadar büyüyeceğine yormuştu. Rüyasından çok etkilenen Osman Gazi, böylesine derin anlamlar yükleyince bunu bir işaret kabul etmiş ve hilal ile yıldızı bayraklarında kullanmaya başlamıştı…

Türk Bayrağının tarihçesi

ANAYASA İLE KORUNAN ŞANLI BAYRAĞIMIZ

1923’te, Cumhuriyet’in ilanı ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ardından, 29 Mayıs 1936’da Türk bayrağı, şekli ve kullanımı açısından yasa ile korunmaya başlandı. 22 Eylül 1983’te kabul edilen yasanın ardından 25 Ocak 1985’te, Bakanlar Kurulu bu yasaya bayrağın ölçülerine yönelik yeni bir ekleme de yaptı.

Bayrağımız, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 3. maddesince korunuyordu. Öncelikle şekli, boyutu, rengi, hangi kumaş ve maddeden yapılacağı belirtilmişti. Çocukluğumuzdan bu yana törenlerden bildiğimiz bayrağımızın göndere çekilmesi ya da indirilmesi de yine aynı yasanın maddeleri arasındaydı. Sadece 10 Kasım’da ve Başbakanlıkça belirlenen başka yas durumlarında bayrağımız yarıya çekilirdi…

Bayrağımız, daha bunun gibi ince düşünülmüş pek çok madde ile korunuyor. Tabii hepsinden önce biz doğduğumuz bu ülkede onun varlığını hep şuramızda hissederek yaşıyoruz. Böylesine hisli bir şekilde ona bağlıysak aslında her rivayet doğru yolu gösteriyor. Bayrağımız uzun ve meşakkatli yollar aşıp hepimizin kalbinde dalgalanmaya geldi. İşte bu kuşkusuz onun doğuşunun hikâyesiydi. O her Türk’ün ve kendisini Türk hissedenin kalbinde sonsuzluğa işaret ediyordu…

İyi ki…

*