Cellât, cellatlık, tarih
Ümit Yenişehirli, CHP Genel Başkanı Özel’in DEM Parti’ye yönelik kullandığı “Cellâdınıza âşık olmayın” sözlerinin oluşturduğu gündeme ilişkin bir araştırmaya imza attı.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in DEM Parti’ye yönelik olarak sarf ettiği, “Cellâdınıza âşık olmayın” sözleri tartışılıyor. Cellatlığa dair siyaset merkezli tartışmalar en azından bu yazıda bahs-i diğerken, bizatihi cellatlığın kendisine ilişkin tarihi süreçte ise ilginç detaylar var.
İDAMLARI ROMA’DA HALK, ALMANYA VE RUSYA’DA HÂKİMLER YAPARDI
Mehmet İşpirli’nin TDV İslam Ansiklopedisi’ne yazdığı “Cellât” maddesine göre; Arapça “kırbaçlamak” mânasına gelen “celd”den türetilen cellât, “kırbaçlayan, çeşitli eziyetler uygulayan” anlamına gelmekle birlikte daha çok ölüm cezalarını infaz edenler için kullanılmıştı. Tarihte ilk kez nerede ortaya çıktığı belli olmayan cellâtlık, eski Roma devrinde toplumun gerçekleştirdiği bir “iş”ti. Buna göre halk, çeşitli yöntemlerle suçluyu hep birlikte infaz ederdi.
Orta Çağ Almanya ve Rusya’sında ise bir dönem, idam kararı veren hâkimler, cezanın infazını da bizzat gerçekleştirirdi. Orta Çağ’da cellâtlar, şehir surlarının dışında, cüzzamlılar ve diğer bazı gruplarla birlikte yaşarlardı. Halk, onlarla aynı kilisede ayine katılmak, aynı handa yemek yemek veya çocuklarını onlarla evlendirmek istemezdi.
FRANSIZ HÜMANİSTLERİNİN “İNSANCIL İNFAZ” ÇÖZÜMÜ: GİYOTİN
Fransa Devrimi’ni yaparken kendilerini, “aydınlanma fikirlerinin mirasçısı, hümanist, eşitlikçi ve özgürlükçü” olarak tanıtan, - Türkiye’de kendisine “aydınlanmacı ve solcu” diyen kesimlerin de gözbebeği - jakobenlerin “idam sektörü”ne kazandırdıkları ise fevkalade “buluşçu”ydu.
Encyclopedia Britannica’daki “Guillotine” maddesinde anlatılanlara göre; bu kan dökmeye meraklı grup, özellikle Terör Dönemi'nde (1793-1794) on binlerce insanı giyotinle idam etmişti. Devrimi yapan eşkıyalar, tüm vatandaşları infazda “eşit” kılacak ve infazı saniyenin onda biri kadar kısa bir süreye indirecek “insancıl” bir yöntem arayışına girmişti. Sonunda, Fransız Ulusal Meclisi’nde yer alan Dr. Joseph Ignace Guillotin, sonrasında adıyla anılan giyotin yöntemini önermiş, sistemi ise cerrah Antoine Louis tasarlamıştı. İlk giyotini yapan kişi de Tobias Schmidt adında bir piyanist ve marangozdu. Schmidt, makinenin bıçağının yatay değil, eğik olması gerektiğini belirterek, eğik bıçağın boyun kemiğini daha kesin ve kısa sürede keseceğini söylemişti.
TOPKAPI SARAYI’NDAKİ CEMAAT-İ CELLADAN BÖLÜĞÜ
İslam dünyasında da Kur’an-ı Kerim’deki “kısas” hükmü gereğince ilk devirlerden itibaren idam cezası görülmüştü. Evliya Çelebi, Seyahatname’sindeki “Esnaf-ı Cellâdan-ı Bîaman” (Merhametsiz Cellât Esnafı) başlıklı bölümde; İslam âleminde genellikle infazdan önce öldürülecek kişiye gusül abdesti aldırıldığı, teselli edildiği, Kelime-i Şehâdet getirtildiği, boynunun kıbleye çevrildiği, kılıcın iki elle kullanıldığı, infazdan sonra ise hazır bulunanlara ruhu için Fâtiha okutturulup, bu olaydan ibret almalarının hatırlatıldığını anlatmıştı.
Osmanlı Devleti’nde cellâtlığın bir kuruluş olarak ne zaman ortaya çıktığı tam olarak bilinmemekle beraber, XV. yüzyıldan itibaren infazlarla ilgili bilgilere rastlanmaya başlanmıştı. Osmanlı’da cellatların sağır ve dilsiz olmaları veya dillerinin kesilmesi yaygın bir uygulamaydı. Böylece, hem infaz sırasında çığlıkları hem de gizli hususları duymamaları amaçlanmaktaydı. Bu grup zamanla Bostancıbaşı ya da Çavuşbaşı’nın emrine verilmişti. İlerleyen asırlarda Topkapı Sarayı içerisinde “Meydan-ı Siyaset Ustaları”, bilahare de “Cemaat-i Cellâdan” adlarıyla bir bölük teşkil edilmişti. Sarayda gerçekleştirilen idamların yapıldığı avluda “Cellât Çeşmesi” adıyla bilinen bir çeşme de bulunmaktaydı. Cellâtlar boyun vurdukları kılıçları bu çeşmede yıkarlardı.
KELLE KOLTUKTA GEZMEK
Osmanlı devrinde, idam cezasının “ibret” verici olması için özel bir çaba gösterilirdi. Buna göre, idam edilen üst düzey devlet görevlilerinin kesik başları, sırtüstü yatırılmış bedenlerinin yanına, koltuk altlarına konulurdu. Bu durum, o dönemin üst düzey yöneticileri arasında, her an idam edilme tehlikesini anlatan bir ifade olarak “Kelle koltukta gezme.” deyiminin ortaya çıkmasına neden olmuştu.
KÂTİL CİNAYET MAHALLİ, HIRSIZ SOYDUĞU YERDE İDAM OLURDU
Osmanlı’da âdi suçlardan mahkûm olanlar ise bazen şehrin belli yerlerinde, çoğu zaman da suç işledikleri mekânın önünde idam edilirlerdi. Suçluların infazdan önce veya sonra, ibret için sokaklarda gezdirilmesi yahut belli bir yerde teşhir edilmesi de âdettendi. Suçun ağırlığı ve buna bağlı olarak uyandırdığı infialle orantılı bir şekilde, gerek infaz öncesi gerekse infaz sonrası teşhirin süresinin bazen günlerce sürdüğü de olabiliyordu.
EVLİYA ÇELEBİ: ESNAF-I CELLÂDIN YÜZÜNDE NUR YOKTUR
İdam edilen kişilerin mücevherleri dışındaki eşyaları genellikle cellâtların olurdu. Bu tür eşya, biriktirilerek “cellât mezadı” adıyla topluca satışa çıkarılırdı. Elde edilen gelir, cellâtlar arasında paylaştırılırdı. Cellât mezadında bazen çok değerli şeyler bulunur fakat uğursuzluk getireceği inancıyla alıcısı az olduğundan, bunlar umumiyetle değerinin çok altında fiyatla satılırdı.
Seyahatname’sinde cellâtlara dair gözlemlerini de anlatan Evliya Çelebi, “Esnaf-ı cellâdın her biri yedişer parça alet taşımaktadır. Hiçbirisinin yüzünde nur eseri görülmeyip, çehrelerinden zehir akmaktadır.” diye yazmıştı.
İSTANBUL EYÜP’TEKİ “CELLÂT MEZARLIĞI”
Osmanlı sarayında cellât bulundurulması âdeti Tanzimat dönemine kadar devam etmişti. Devletteki reformlar kapsamında sarayda cellât bulundurma uygulamasına da son veren isim ise Sultan Abdülmecid olmuştu. Onun bu kararının ardından infazlar, ücretle tutulan kimselere yaptırılmaya başlanmıştı.
Türk toplumunda, yaptıkları işten dolayı cellâtlara daima olumsuz gözle bakılmıştı. Cellâtlar da toplum nezdinde bilinmemek için ellerinden geleni yapardı. Kimi zaman yaşadıkları çevrede o kişinin cellât olduğu bilinmeyebiliyordu. Cellâtlar, ayrıca infaz edilecek kişinin yüzlerini görmemesi için, sadece gözleri açıkta bırakan kar maskesi benzeri bir bere de takmaktaydılar. Cellâtlar öldüklerinde, normal mezarlıklara defnedilmezler, kabristanlarda ayrı bir bölümde tutulurlardı. İstanbul Eyüp’te böyle bir “cellât mezarlığı” oluşturulmuştu.